Evrensel Gazetesi
@evrensel.net
32K followers 1 following 43K posts
7 Haziran 1995'ten beri emeğin sesi, gerçeğin habercisi #EvrenselSeninleGüçlü... Oku okut, e-gazeteye abone ol! https://abone.evrensel.net/
Posts Media Videos Starter Packs
Pinned
evrensel.net
Evrensel30Yaşında

🗞️Sesimizi emekçilerden, gücümüzü okurlarımızdan alıyoruz. Yasaklara, cezalara rağmen susmayan Evrensel, 30 yıldır emeğin, özgürlüğün ve adaletin sesini duyuruyor

Haydi, “Emeğin Sesine Kulak Ver!”, gerçeğin habercisini güçlendir

🎂Birlikte nice 30 yıllara!
evrensel.net
Görünme ve varlık

✒️ Şebnem Korur Fincancı yazdı

https://www.evrensel...
Görünme ve varlık
“Görünmeye aldırış etme,” diye yazar André Gide 1889’da Ahlaki Davranış Kuralları’nda. “Önemli olan yalnızca var olmaktır.” Bu konuda kendisine katılmadığımı söylemeliyim. Hele ki sosyal medyanın varlığı bu önermeyi neredeyse tümden yalanlıyor desek, yeridir. Hannah Arendt bu günden yarım yüzyıl önce dahi farklı bir önermeyle karşımıza geliyor Zihnin Yaşamı isimli ve 1973 Gifford Konferansına dayanan ve onu bu saygın etkinlikte konuşan ilk kadın yapan, zihni olağanüstü biçimde genişleten kitabında. Arendt, “görünme” kavramını varoluş deneyimimizin merkezine yerleştirir: “Eğer görünüşlerin alıcıları, yani orada sadece var olanı değil, onlara kaçış ya da arzu, onay ya da hoşnutsuzluk, suçlama ya da övgü biçiminde tepki verebilen, görünmek üzere olanı algılayabilen, tanıyabilen canlı varlıklar olmasaydı hiçbir şey görünemezdi; “görünüş” sözcüğü hiçbir anlam taşımazdı. Varlık ile Görünme çakışır… Bu dünyada, varoluşu bir ‘seyirciyi’ varsaymayan hiçbir şey ve hiç kimse yoktur. Başka bir deyişle, görünen her şey, tekil olarak var olamaz; var olan her şey, birisi tarafından algılanmak üzere vardır… Çoğulluk, yeryüzünün yasasıdır.” Geçtiğimiz günlerde iki ayrı alışveriş sitesinde pazarlanan tişörtleri ve insan hakları örgütlerinin bu tişörtlerle ilgili haklı tepkisini, bu tepkiye yapılan ürkütücü yorumları görünce görünme ve varoluş üzerine iki yazardan okuduklarımı hatırladım yeniden. Bir süredir “Beyaz Toros” yeniden görüş alanımıza giriyor, kah masa üstü oyuncak olarak, kah tişörte baskı ama hâlâ doğrudan tehdit kıvamında. Zorla kaybetmeler pek çok ülkede görünür araç simgeleriyle anılır. Örneğin Arjantin’de askeri diktatörlük döneminde gözaltına alınan muhalifler, uyuşturularak uçaklardan Río de la Plata’ya veya Atlantik’e atılırdı. Gökyüzü, yani en geniş, en görünür alan kitlesel bir “görünmezleştirme” mekanına dönüşürken uçak burada hem “taşıyıcı” hem “yok edici” olarak en açık alanın en gizli şiddet biçimine dönüşmesi biçiminde görme alanımıza yerleşir ve hafızamıza kazınır. Şili’nin Pinochet rejimi boyunca karavanlar (Caravana de la Muerte) yani askeri helikopterler, ülkenin üzerinde gezen bir “ölüm karavanı” adıyla anıldı en görünür alanı bir kez daha kullanarak. Filipinler’de Marcos döneminde motorsikletli infazcılar ve Duterte dönemine de uzanan tüm bu zaman diliminde beyaz veya gri minibüsler (“van”) kentin içinde sıradan bir ulaşım aracının “gündeliğin karanlığı” olarak adlandırılmasına ve görünür olanın içindeki görünmez korkuya işaret etti. Bosna’da otobüs ve tırlar infaz alanına götürülmenin simgesi oldu. Toros gibi sıradan araçlar, sıradan görünümü, gündelik bir eşya olarak arka planda kalabilmesiyle “Görünmez bir silah” halline dönüşür, ta ki tişört baskısı olarak karşımıza çıkıp, zorla kaybetmenin tehdidi ve cezasızlığın görünür kılınmasına dek... Diğer örneklerde de uçak, helikopter, kamyon otobüs, tır ve minibüsler, sıradan nakliye aracı gibi görünürken korku aracı olarak yeni bir görünüm ve var olma biçimi olarak karşımıza çıkmıştır. Buna karşılık başka bir görünüm üzerinden yüzleşme talep edilir ve hafıza diri tutulur. Oturma eylemleri, sokak nesneleri, anıtlar da “görünme” taleplerini sürdürerek kaybolanın izini kamusal mekana taşır. Örneğin Arjantin’de kaybolan kişilerle ilişkilendirilen bisikletler sıkça geride kalırken, sahipleri kayboluyordu. Bu görsel durum, boşluk ve yok olma hissini derinleştiriyordu. Sanatçı Fernando Traverso, arkadaşlarının kayboluşunu anmak için Rosario kentinde 29 bisiklet şablonu yaptı; zamanla bu simge kolektif bir hafıza aracı haline geldi. Bisiklet gibi sahipli bir nesne geride kalınca “boşluğu” işaret eder ancak kaybolanın yokluğu nesnenin varlığıyla tezat içinde belirginleşir. Plaza de Mayo Anneleri her perşembe meydanda buluşur; çocuklarının fotoğrafları, beyaz mendiller (bebek bezlerini çağrıştıran) taşırlar. Yine bazı Latin Amerika şehirlerinde kayıp kişilerin anısına sokaklara, caddelere sembolik objeler (Örneğin hareketsiz bırakılmış bir eşya, örneğin sandık, boş ayakkabı, boş koltuk) yerleştirilmesi, kaybolmanın görünürlüğünü yakalamaya çalışan simgeler haline gelmiştir. Bu coğrafyada da Cumartesi Anneleri ve Galatasaray Meydanı ortak hafızanın yaratılmasının önemli örneklerinden oldu. Varlık ile görünürlük çakışırken ve Arendt’e göre bir çoğulluğa işaret ederken, hangi varlığın nasıl bir görünümle sunulduğu kimi zaman çoğulluğu ortadan kaldırma teşebbüsü de olabilir.
www.evrensel.net
evrensel.net
Farklı maç, farklı etkileşim

Liverpool zaferinin ardından Beşiktaş karşısında aynı konsantrasyonu koruyamayan Galatasaray, psikolojik düşüşün bedelini ödedi. Güçlü rakibi yenmek kadar, rehaveti yönetmek de oyunun parçası.

✒️… https://www.evrensel...
Farklı maç, farklı etkileşim
Sporda bazı karşılaşmalar diğerlerinden daha özeldir. Bunları özel kılan ise rakibin gücüdür. Güçlü rakipler karşısında alınan başarılı sonuçlar, özel bir sevinç ve mutlulukla birlikte gerçek bir zafer coşkusu yaratır. Sporcular, güçlü rakiplerle oynayacakları maçlar öncesinde teknik ve fiziksel yeterliliğin yanında psikolojik olarak da hazır olmanın önemini bilirler. Bu yüzden de bu karşılaşmalarda konsantrasyonlarını ve motivasyonlarını en üst seviyeye çıkarmaya çalışırlar. Böyle karşılaşmaların ardından hele ki bir de istenilen sonuç alınmışsa psikolojik gevşeme kaçınılmazdır. Çünkü konsantrasyonu ve motivasyonu her maç için yüksek seviyede tutmak sürdürülebilir bir şey değildir. Rakibin durumu ister istemez psikolojiyi etkiler. İşte bu yüzden, yüksek konsantrasyon ve motivasyonla mücadele ederek güçlü bir rakibi yenmişseniz sonraki karşılaşma her zaman tehlikelidir. Avrupa kupalarında mücadele eden takımlarımız geçmiş yıllarda bu durumu pek çok kez yaşadı. Bunun son örneği Galatasaray oldu. Sarı-kırmızılı ekip Şampiyonlar Ligi’ndeki ikinci maçında Liverpool’u son derece disiplinli ve kora kor bir mücadele sonunda 1-0 yenmeyi başardı. Bu maçtan üç gün sonra Süper Lig’de kendi evinde Beşiktaş ile oynadığı maçta ise Liverpool karşısında sergilediği oyundan oldukça uzak bir görüntü çizdi. Maçın yaklaşık bir saatini 10 kişi oynamaları Okan Buruk’un dediği gibi sanki onlar adına daha iyi oldu. Maç 11’e 11 oynanırken gol pozisyonu yaratmak adına duran toplar dışında pek bir etkinliği görülmeyen Galatasaray, 1-0 geriye düşüp üstüne bir de 10 kişi kaldıktan sonra üzerindeki rehavet gömleğinden sıyrılırcasına konsantrasyon ve motivasyon sıçraması yapıp oyunun kontrolünü eline aldı ve Beşiktaş’ın ciddi bir hatasını da değerlendirerek 1 puanı kurtardı. Liverpool’a adeta nefes aldırmayan, rakibinin boş alan yaratmasına ve oyun kurmasına izin vermeyen futbolcular, Beşiktaş karşısında durgun, yorgun ve güçsüz göründüler ki bunu doğal kabul etmek gerekir. Burada yapılması gereken, psikolojik düşüş yaşanabileceğini öngörüp sahaya rotasyonlu bir kadro sürmekti. Bu maçta Galatasaray’ın yediği gol, oyuncuların Liverpool ile Beşiktaş karşısında nasıl farklı bir konsantrasyon ve motivasyonla mücadele ettiğini net bir şekilde gösterdi. Gol öncesinde Barış Alper Yılmaz, orta sahadan atağa kalkan Orkun Kökçü’yü kovalıyordu. Orkun arkadaşına pas verip topu ayağından çıkardığında Barış, Orkun’u takip etmeyi bıraktı. Fakat Orkun pas verdikten sonra boş alana doğru koşuşunu sürdürdü ve orada bir kez daha topla buluşup golle sonuçlanacak driplingini gerçekleştirdi. Aynı pozisyon Liverpool karşısında olsaydı, Barış daha farklı bir konsantrasyon ve motivasyona sahip olduğu için kesinlikle rakibini takip etmeyi bırakmazdı. Zaten o maçta da gördük ki bırakmadılar. Bu pozisyon Beşiktaş maçındaki çok küçük bir zaman dilimi. Ama oyuncuların psikolojisini göstermesi açısından önemli. Aynı şekilde kırmızı kart öncesinde topun basit şekilde kaptırılması ve devamında savunma oyuncularının yanlış pozisyon alarak Beşiktaş’ın hızlı karşı atağı karşısında çaresiz kalması da psikolojik gevşemenin başka bir bedeliydi. Bu örneklerin de gösterdiği gibi güçlü bir rakip karşısında alınan bir galibiyetin ardından çıkılan karşılaşmada aynı konsantrasyonu ve motivasyonu sürdürmek mümkün olmuyor. Galatasaray’ın Liverpool galibiyetinde yüksek konsantrasyonun ve motivasyonun payı büyüktü. Beşiktaş maçında ise takımca yeterli psikolojik seviyeye ulaşmakta zorlandığı için ancak beraberliği kurtarabildi. “Her maçın ayrı hikayesi var” lafı kuşkusuz işin psikolojik boyutunu da kapsıyor. Art arda oynanan bu iki maç, sporcu psikolojisinin performansa etkisini net biçimde göstermesi açısından dikkat çekiciydi.
www.evrensel.net
evrensel.net
4+4+60

İşsizlik, yoksulluk ve baskı kıskacında gençler “şükretmeyi” öğrenmeye zorlanıyor. Ama her şeye rağmen, emeğin ve insanlığın sesi susturulamıyor: Görecekler, emek kazanacak.

✒️ Arif Nacaroğlu yazdı https://www.evrensel...
www.evrensel.net
evrensel.net
Kâr hırsı, insan hayatının önünde: Kanser ilacının fiyatı, maliyetinin 200 katı!

✒️ Uğur Zengin yazdı https://www.evrensel...
Kâr hırsı, insan hayatının önünde: Kanser ilacının fiyatı, maliyetinin 200 katı!
İlaç sektörü, onlarca yıldır dünyanın en kârlı endüstrileri arasında yer almayı sürdürüyor. Bu durum genellikle, yüksek kazançların tıbbi araştırmalar sayesinde geliştirilen yenilikçi ilaçlardan kaynaklandığı iddiasıyla açıklanır. Ancak tablo gerçekte oldukça farklı. İlaç şirketleri ilaçları, fiyatları ve bilimsel bilgiyi kontrol ediyor. Klinik araştırmaların çoğu ilaç firmaları tarafından finanse ediliyor; sonuçlar seçici biçimde yayımlanıyor, olumsuz veriler gizleniyor. “Hayalet yazarlık” yoluyla kimi ilaçları savunan makaleler yayımlatılıyor, kimi riskler gizleniyor. Dolayısıyla bilimsel bilgi halk sağlığı aleyhine maniple ediliyor. Ancak sorun yalnızca bununla sınırlı değil. İlaçta tekelleşme ve patent rejimiyle fiyatlar, tekellerin tam kontrolünde. Öyle ki, uzun yıllardır muhabir olarak yüksek ilaç fiyatlarını takip eden David Armstrong, ABD’li ilaç tekeli Bristol Myers tarafından üretilen tek bir Revlimid hapı maliyetinin sadece 25 sent olduğunu öğrendiğini açıkladı. Kanser tedavisinde kullanılan bu hapı aslında Celgene isimli şirket üretiyordu ve bu ilacın satışıyla pazarda ciddi gelir elde etti. Ardından şirket Bristol Myers tarafından satın alındı. Esasen Revlimid’in birincil patenti 2019’da sona ermişti. Bu durum, rakiplerin pazara girmesine ve markalı Revlimid’in fiyatını düşürmesine kapı açmalıydı. Ancak bu gerçekleşmedi çünkü Celgene/Bristol Myers, 2022’de jenerik ilaç rakiplerini, 2026’ya kadar satabilecekleri jenerik Revlimid miktarını ciddi şekilde sınırlayan bir anlaşma imzalamaya zorladı.[1] Celgene/Bristol Myers ile anlaşan jenerik ilaç şirketleri, başlangıçta 2022 başından itibaren toplam pazarın yüzde 7’sinden fazlasını satamayacak şekilde sınırlandırılmıştı. Celgene/Bristol Myers’in hacim kısıtlamaları sonraki yıllarda biraz hafifledi, ancak 2026’ya kadar yürürlükte kalacak. Pazar onlarda kaldı. Kanser hastaları için üretilen ve bir adet kapsül maliyeti 25 cent (10 lira 43 kuruş) olan ilaç ABD’de yüzlerce dolara satılıyor. Peki Türkiye’de? 21 kapsülden oluşan ilaç kutusunun Türkiye satış fiyatı 43 bin 733 TL. Bir adet kapsül kanser hastasına 2 bin 82 TL’ye mal oluyor. Fiyat, maliyetin yüzde 19 bin 876 fazlası. Bu tutar, fiyatın maliyeti yaklaşık 200’e katladığı anlamına geliyor. Sigortanız varsa, bunu Sosyal Güvenlik Kurumu karşılıyor. Ya yoksa? Türkiye’de satılan ve Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanmayan dört kanser ilacı var. Keytruda’nın fiyatı 68 bin 500 TL, Tecentriq’in fiyatı 65 bin 712 TL, Opdivo’nun fiyatı 30 bin 811 TL ve Altuzan’ın fiyatı 16 bin 341 TL. Bu şirketler de büyük kâr marjı ile çalışıyor ve ücretleri gasbediyor. Bu devasa kâr marjı ne için? Yeni bilimsel araştırma ve ilaçları fonlamak için mi? En büyük ilaç tekelleri ABD’li ve bu şirketlerin -vergi indirimleri düşüldükten sonra- toplam harcamalarının yalnızca yaklaşık yüzde 1.3’ü, yeni ilaçların ortaya çıkmasını sağlayan temel bilimsel araştırmalara ayrılıyor. Ayrıca, ilaç şirketlerinin piyasaya sürdüğü yeni ürünlerin büyük bölümü tedavi açısından kayda değer bir yenilik sunmuyor. Nitekim 2005 ile 2014 yılları arasında Fransa’da piyasaya giren 1032 yeni ilaç ve mevcut ilaçların yeni kullanımları incelendiğinde, sadece 66’sının belirgin bir fayda sağladığı görülmüştü. Geri kalanların yarısından fazlası “Önemli bir yenilik değil” şeklinde sınıflandırılırken, 177’si ise ciddi yan etkiler ve fayda eksikliği nedeniyle “Kabul edilemez” olarak değerlendirildi. Kâr çoktan, halk sağlığının önüne geçti. Bristol Myers, 2020-2025 yılları arasında 276 milyar dolar gelir elde etti; 1996-2019 arasında bu rakam 450 milyar dolardı. Fikri mülkiyet rejiminin küresel ölçekte güçlendirilmesi, milyonlarca insan için temel ilaçlara erişimi kısıtladı ve daha fazla kısıtlamaya devam edecek. İlaç tekelleri, bilimi, devletleri ve hastaları kâr zincirine mahkum etti. Halk sağlığını korumanın yolu, bu zinciri kırmaktan; ilacı bir ticari meta değil, kamusal hak olarak savunmaktan geçiyor.
www.evrensel.net
evrensel.net
Ukrayna’da Sovyet yönetmenin hatırasıyla savaş

✒️ Kavel Alpaslan yazdı https://www.evrensel...
Ukrayna’da Sovyet yönetmenin hatırasıyla savaş
Eski Sovyetler Birliği ülkelerinde pek çok apartmanın girişinde çeşit çeşit levhalara rastlarız. Üzerinde genelde bir isim, bir portre ve bir paragraflık bir metin bulunur. Toplumda iz bırakmış sanatçıların, sporcuların, edebiyatçıların, devrimcilerin, bilim insanlarının yaşadıkları evlerin girişine yerleştirilmiştir bu levhalar. Bir insanı anmanın türlü yolu var. Şüphesiz mekan ile hatırlamak da bu yollardan biri. Fakat her zaman yerleştirilen değil; bazen de sökülen anıtlar bizi o insanın hikayesine götürüyor. Sovyetler Birliği yurttaşı Ukraynalı Film Yönetmeni Larisa Şepitko’ya (1938-1979) ait Ukrayna-Lviv’de bulunan anıt geçtiğimiz günlerde yerinden söküldü. Pek çok ödüle sahip Şepitko, Sovyetler Birliği sinema tarihindeki belki de en başarılı yönetmenlerden biriydi. Kaldırılan levha, Sovyetler Birliği’ni çağrıştıran diğer eserlerin de bulunduğu ‘terör müzesine’ götürüldü. Ukrayna yönetimi uzun bir süredir, Sovyetler Birliği’ni anımsatan türlü anıtları yerinden sökmekle uğraşıyor. Geçmişin mirasıyla verilen savaş, Ukrayna’daki milliyetçilerin ve aşırı-sağcı ırkçı grupların takdirini topluyor. Fakat bugün sökülen levha ne bir ‘etnik Rus’a ne Bolşevik bir devrimciye ne bir Sovyet askerine ait... Şepitko, Doğu Ukrayna’da bulunan Artemovsk (ya da bugünkü adıyla Bakhmut) doğumlu, Ukraynalı bir film yönetmeni. Fakat daha sonra Lviv’de yaşar, okuluna bu kentte devam eder. Peki bir yönetmen -üstelik Ukraynalı- Lviv yerel yönetimini bu kadar öfkelendirecek ne yapmış olabilir? Kim bilir, belki Nazi saldırganlığı hakkında tarihe geçen filmleri rahatsız etmiştir. Şepitko’nun 1977 yılında yayımlanan başyapıtı The Ascent yani Tırmanış bize çok farklı bir İkinci Dünya Savaşı filmi sunar. Altın Ayı Ödüllü film, iki Sovyet partizanının başından geçenleri ele alır. Fakat bu ‘savaş’ filmi, patlayan tüfekler ve aksiyon dolu sahneler içermez. Onun yerine savaşın gündelik yanlarına ve insanın iç dünyasına odaklanır. Filmde kahraman askerler kadar Nazi iş birlikçileri vardır. Savaşın toplumu nasıl yozlaştırabildiğini son derece sade bir şekilde izleyiciye gösterir. Tırmanış gibi Sovyet ‘savaş’ filmlerinin en büyük farkı da budur zaten. Hollywood’dan alıştığımız üzere önüne geleni pataklayan kahraman alfa askerin fantastik savaş maceralarını değil, bir insanın gündelik hislerini bulabiliriz o filmlerde. Sovyet sinemasında çoğu zaman savaşın ‘çatışma anı’ -gerçek savaşlarda olduğu gibi- bir dekora dönüşüyor. Şepitko’nun kendi gibi yönetmen eşi Elem Klimov’un 1985 yılında yayımlanan Come and See yani Gel ve Gör filmi de bu kategoride değerlendirilebilir. Savaş filmlerindeki yaklaşım farklarının pek çok nedeni olabilir. Ancak en önemli etkenlerden biri hiç şüphesiz Nazi saldırganlığının Sovyetler Birliği’ne getirdiği yıkımın diğer hiçbir ülkeyle karşılaştırılamayacak kadar büyük oluşudur. Farklı kaynaklardan da doğrulayabileceğimiz üzere, Sovyetler Birliği’nin savaş sürecinde sivil kayıplarda da diğer taraflara oranla çok daha büyük zarar gördüğünü söyleyebiliyoruz. Tam rakamı bulmak imkansız, ancak savaş boyunca Sovyetler Birliği’nde 16 ila 20 milyon sivilin öldüğü belirtiliyor. Buna neredeyse 11 milyonluk askeri kayıpları da eklediğiniz zaman, 1940 yılındaki ülke nüfusunun yüzde 13.7’si savaşta ölmüş demek. Cephenin en sıcak çatışmalarının yaşandığı Belarus ve Ukrayna gibi Sovyet cumhuriyetlerinde ise bu oran çok daha yükseklere çıkıyor. Örneğin Belarus nüfusunun yüzde 25’ten fazlası yaşamını yitirmiştir: Her 4 kişiden biri... Şepitko da çocukluk yıllarında savaşın ne olduğunu, çevresinde nasıl izler bıraktığını gören milyonlarca Sovyet yurttaşından biridir. Bu deneyim eserlerine de net bir şekilde yansır. Anlaşılan o ki bugünün Ukrayna yönetimi için Şepitko gibi Nazi saldırganlığından bahseden sanatçılar ‘yeterince Ukraynalı’ değil. Bu sebeple heykeller yıkılıyor, orak-çekiç sembolleri kazınıyor. Fakat tarih denilen şey yalnızca sembollerle var olmaz ki levhalar sökülünce de yok olsun? İşte Şepitko’nun filmleri olduğu yerde duruyor. Antikomünist histeri nöbetleri çoğu zaman absürt olsa da Şepitko’nun ve tüm diğer Sovyet sanatçıların eserlerinin yarattığı etkiyi gölgeleyebilecek güçte değil. Sözün özü, henüz izlememiş olanlar varsa Tırmanış’ı izlemek için güzel bir hafta!
www.evrensel.net
evrensel.net
Hadise sahnede gözyaşlarını tutamadı: “Tertemizim, ama çok zoruma gitti” https://www.evrensel...
Hadise sahnede gözyaşlarını tutamadı: “Tertemizim, ama çok zoruma gitti”
Uyuşturucu operasyonu kapsamında ifadesi alınan Hadise, serbest bırakıldıktan birkaç saat sonra Ankara’daki konserinde sahneye çıktı. Sanatçı, gözyaşları içinde yaptığı açıklamada “Ben sigara bile içmiyorum. Bu konuda tertemiz olduğum için bugün zoruma gitti” dedi. Ünlü isimlere yönelik “uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak” iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında dün sabah saatlerinde operasyon düzenlendi. Aralarında Hadise, İrem Derici, Kubilay Aka, Demet Evgar, Özge Özpirinçci, Metin Akdülger, Berrak Tüzünataç, Dilan ve Engin Polat, Defne Samyeli’nin kızları Derin ve Deren Talu’nun da bulunduğu 19 kişi, ifadeleri ve kan örnekleri alınmak üzere emniyete götürüldü. İşlemlerin ardından tüm isimler ifade verdikten sonra serbest bırakıldı. “Bu konuda tertemizim” Serbest kaldıktan sonra sosyal medya hesabından açıklama yapan Hadise, “Ben de sizin kadar şaşkınım olanlar karşısında. Çok şükür her şey geride kaldı. Bu akşam tüm kalbimle sahnedeyim, Ankara’da görüşürüz” dedi. Aynı akşam Ankara konserini iptal etmeyen Hadise, sahnede duygusal anlar yaşadı: “Ben sigara bile içmiyorum. Bu konuda tertemiz olduğum için bugün çok zoruma gitti.” Sözleri sonrası dinleyicilerden uzun süre alkış alan Hadise, konserine gözyaşları içinde devam etti.
www.evrensel.net
evrensel.net
Çok sayıda ilde kuvvetli yağış bekleniyor.

Hava sıcaklığı da doğuda 4 ila 6 derece azalacak. https://www.evrensel...
Meteoroloji'den pek çok il için uyarı: Ulaşımda aksamalar, sel ve su baskınları olabilir (09.10.2025)
Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) günlük hava tahmin raporunu yayımladı. Raporda sekiz il için sarı kodla uyarı yapıldı. Çok sayıda ilde sağanak ve gök gürültülü sağanak bekleniyor. Hava sıcaklıklarının doğu kesimlerde 4 ila 6 derece tahmin ediliyor. MGM tarafından yapılan son tahminlere göre, yurt genelinin parçalı ve çok bulutlu, Marmara'nın kuzey ve doğusu, Akdeniz, İç Anadolu, Karadeniz, Doğu Anadolu'nun kuzey ve batısı, Güneydoğu Anadolu'nun batısı ile Çanakkale, Kütahya, Bitlis ve Van çevrelerinin sağanak ve yer yer gök gürültülü sağanak yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Yağışların, Doğu Akdeniz'in iç kesimleri, Doğu Karadeniz kıyıları, Zonguldak, Bartın, Ordu ve Erzincan çevreleri ile Kayseri ve Sivas'ın doğu ilçelerinde yerel kuvvetli olması bekleniyor. Doğuda hava sıcaklığı azalacak Hava sıcaklığının doğu kesimlerde 4 ila 6 derece azalacağı, diğer yerlerde önemli bir değişiklik olmayacağı ve yurt genelinde mevsim normallerinin altında seyredeceği tahmin ediliyor. Rüzgarın genellikle güneyli yönlerden hafif, ara sıra orta kuvvette, Batı Karadeniz kıyıları, Doğu Karadeniz’in iç kesimleri ile Doğu Anadolu'da kuvvetli esmesi bekleniyor. Sel ve su baskınları yaşanabilir Raporda yapılan uyarılar şunlar: "Yağışların; Doğu Akdeniz'in iç kesimleri, Doğu Karadeniz kıyıları, Zonguldak, Bartın, Ordu ve Erzincan çevreleri ile Kayseri ve Sivas'ın doğu ilçelerinde yerel kuvvetli olması beklendiğinden, yaşanabilecek olumsuzluklara (ulaşımda aksamalar, sel, su baskını, vb) karşı dikkatli ve tedbirli olunması gerekmektedir. Rüzgarın; Batı Karadeniz kıyıları, Doğu Karadeniz’in iç kesimleri ile Doğu Anadolu'da kuvvetli (40-60 km/saat) esmesi beklendiğinden yaşanabilecek olumsuzluklara karşı dikkatli ve tedbirli olunması gerekmektedir." Sarı kodla uyarı yapılan iller Adana, Artvin, Giresun, Hatay, Maraş, Rize, Trabzon ve Osmaniye için sarı kodla uyarı yapıldı. Bu uyarı, hava durumunun potansiyel tehlikeli olduğunu gösterir. Tahmin edilen meteorolojik olay olağan dışı olmamakla birlikte, meteorolojik şartlardan etkilenebilecek faaliyetler konusunda dikkatli olunması istenir.
www.evrensel.net
evrensel.net
Gazetemize silahlı saldırıyla ilgili iddianame yazıldı, tetikçinin bağlantısı araştırılmamış | Evrensel’e saldırıya ‘basit… https://www.evrensel...
Gazetemize silahlı saldırıyla ilgili iddianame yazıldı, tetikçinin bağlantısı araştırılmamış | Evrensel’e saldırıya ‘basit adli olay’ muamelesi
İzmir — Gazetemizin İzmir Bürosuna 13 Ağustos gece yarısı yapılan silahlı saldırı ile ilgili soruşturmanın iddianamesi yazıldı. Savcı, gazetemize yönelik saldırıyı azmettirenlerin ortaya çıkarılmasına yönelik herhangi bir çaba içinde olmazken, saldırıyı “Mala zarar verme ve silahla tehdit” gibi adli bir olay olarak ele aldı. Saldırıyı soruşturan Cumhuriyet Savcısı Özgür Yavuzyılmaz gazete temsilciliğimize silahla ateş eden tutuklu İsa Can Biler ve onu olay yerine aracıyla getiren İbrahim Halil Yapıcı’nın “Yasaya aykırı silah bulundurma, silahla tehdit, mala zarar verme ve bu eylemlere yardım” suçlamaları ile cezalandırılmalarını istedi. Saldırıyı görüp arkasında ne var merak etmemiş! İzmir Asliye Ceza Mahkemesinde açılan davada savcı iddianamede gazeteye saldırının gelişimini özetleyerek, tetikçiyi olay yerine getiren ve saldırı gecesi gözaltına alınan İbrahim Halil Yapıcı ile iki gün saklandıktan sonra teslim olan tetikçi İsa Can Biler’in ifadelerine yer verdi. Gazetemiz temsilciliğinin önünde bulunan 10 adet boş kovanın “yasak nitelikteki fişekler” sınıfında olduğunu belirten Savcı, Evrensel yetkilileri ve avukatımızın beyanlarını, şüpheli ifadelerini, HTS ve görüntü analiz raporları ile diğer kolluk tutanaklarını incelediğini söyleyerek üç sonuca vardı: Bir, İsa Can Biler’in 6136 sayılı (ateşli silah ve bıçak bulundurma) Yasa’ya aykırı nitelikte silah bulundurmak/taşımak suçunu işlediği… İki, ‘iş yeri’ olarak andığı gazete büromuza ateş etmek suretiyle silahla tehdit suçunu işlediği… Ve üç, ‘İş yerine zarar vermiş olması’ nedeniyle mala zarar verme suçunu işlediği… İddianamede basitçe’ iş yeri olarak anılan büronun, 30 yıldır ulusal ölçekte yayın yapan bir günlük gazeteye ait olduğu gibi önemli bir husus yer almadı. İbrahim Halil Yapıcı’nın ise “Silahla tehdit ve mala zarar verme” suçlarına yardım eden sıfatıyla iştirak etmiş olduğu belirtilen iddianame henüz mahkemeye sunulmadı. Tetikçi büroyu hedef alarak 10 el ateş etmişti 13 Ağustos gece yarısı gazete büromuzun bulunduğu sokaktaki kamera görüntülerinden de görüldüğü üzere İsa Can Biler adlı tetikçi, elinde cep telefonu ya da navigasyon benzeri bir cihazla büromuzun olduğu sokağa gelmiş ve büromuzun kapısı ve tabelasına silahla 10 el ateş etmişti. Daha sonra geldiği yönün tersi yönde koşarak olay yerinden kaçan tetikçi İsa Can Biler, kendisini bekleyen İbrahim Halil Yapıcı’nın aracıyla olay yerinden uzaklaşmıştı. Polis ve savcılıkta alınan ifadelerinin aksine herhangi bir sarhoşluk emaresi ya da tesadüf durumu olmadan gazetemizin kapı ve tabelasına yönelik nişan alarak silahın şarjörünü boşaltan tetikçinin bu eylemi azmettiricilerin yönlendirmesiyle yaptığına dair çok sayıda işaret bulunmasına rağmen, savcılığın soruşturmayı bu yönde genişletmediği görüldü. Oysa, Biler’in HTS kayıtları ile gazetemizin saldırıya uğramadan önce yaptığı bazı haberler arasında bir ilişki sorgulandığında bazı izlere ulaşmak mümkündü. Örneğin saldırıdan kısa süre önce yaptığımız ve İzmir sermayesini rahatsız eden haberler ile saldırganın HTS kayıtlarındaki örtüşme, soruşturmanın genişletilebilmesi için yeterliydi. İddianamenin, bunu yapmak yerine olayı basit bir adli vaka olarak geçiştirmek istediği görülüyor. Tetikçinin HTS kayıtları ile haberlerimiz arasında bir ilişki var Tetikçi İsa Can Biler’in saldırıda kullandığı silahın ele geçirilememesi, kullandığı telefonun saldırının olduğu gün iletişime kapatılmış olması, kendince delilleri karartıp, söz gelimi önceden planlandığı düşünülebilecek “sarhoştum” ifadesi için gerekli muayenelerin yapılamayacağı biçimde iki gün sonra kendiliğinden ‘Teslim olması’ ve bu iki gün boyunca ‘saklanabilmek’ için kimlerden nasıl yardım aldığı gibi önemli detaylar atlandı. Oysa bu detaylar, saldırının arkasında örgütlü ve planlı davranan azmettiriciler bulunduğu yönünde kuvvetli şüphe uyandırıyor. Bunun da ötesinde HTS kayıtlarında yapılan yüzeysel bir incelemede dahi İzmir Büromuza saldırıyı kimin azmettirmiş olabileceği konusunda bazı soruların doğması için yeterliydi. Savcı’nın sor(a)madığı sorular O zaman savcıya kendisinin göremediği, soramadığı sorulardan bazılarını biz yöneltelim; “Evrensel’le hiçbir husumetim yoktur” diyen tetikçinin, sarhoşluk sonucu tesadüfen gazeteye 10 kurşun sıktığı savunması sizlere inandırıcı geliyor mu? (İddianameye göre, evet!) Saldırı sırasında kullandığı silahı 3-4 ay önce tanımadığıo birinden aldığı, saldırı sonrası da Manavkuyu tarafında bir arsaya attığı iddialarını araştırdınız mı? Biler’in, (büyük olasılıkla yalan söylediği halde) silahı attım dediği yerde bir arama yapıldı mı? Evrensel’in yaptığı haberlerle birilerini rahatsız etmiş olabileceği, saldırının bu haberlere yönelik bir tepki/tehdit/gözdağı olduğu düşüncesi hiç aklınıza geldi mi? Tetikçi İsa Can Biler’in HTS kayıtları üzerinden bizim yaptığımız incelemede, gazetemizde dönem dönem haberleri yapılan ve saldırıdan kısa bir süre önce de yine işçi haklarını gasp etmesi haberiyle gazetemizin manşetine konu olan patronlar ile bunlarla ilintili grup-aile bireyleri iletişim içerisinde olduğu görülüyor. Üstelik tetikçi İsa Can Biler ile aynı mahallede oturan ve hemşehrilik ilişkisi de olan bu kişilerin saldırganla yakın temas halinde olması araştırmaya değer bulunmamış mıdır? 30 yıldır çıkan bir günlük gazeteye yönelik saldırının arkasında siyasi bir saik bulunabileceği savcılık makamının aklına hiç gelmemiş olabilir mi? Av. Devrim Avcı: Saldırıların önünü açacak bir iddianame İddianameyi değerlendiren Gazetemizin Avukatı Devrim Avcı, “Savcılık tarafından istenen cezaların neye tekabül ettiğini anlamakta fayda var. Tehdit suçu, TCK 106. maddesinde düzenlenmiş ve silahla yapılmış olması ağırlaştırıcı sebep olarak ele alınmakta. Fail hakkında 2 yıldan 7 yıla kadar hapis istenmiş. 151. maddede mala zarar verme suçlaması. Burada da 4 aydan 3 yıla kadar hapis ve adli para cezasına hükmedilme olasılığı var. Silahla ateş eden İsa ile ilgili de ayrıca 6136 sayılı Kanun’a muhalefetten de 2 yıldan 4 yıla kadar hapis ve günlüğü 20 bin liradan 100 günden 500 güne kadar para cezasına hükmedilebiliyor” diye anlattı. Savcılık makamının olayla ilgili derinlemesine inceleme yapmadığını vurgulayan Av. Avcı, “Biz bunu iddianameyi okuyunca da görüyoruz. Dosyaya sunmuş olduğumuz soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin cevapsız kalmasından da anlamıştık zaten. Bunu yapmamasının en önemli nedeni, Evrensel gazetesine yapılan böylesi bir silahlı saldırının gayet planlı, amaçlı ve neyi hedeflediğini bilerek yapılmış olmasının bilinmesine rağmen tek kişi tarafından yapılmış basit bir eylemmiş gibi ele alınarak soruşturmanın kapatılmak istenmesi” şeklinde konuştu. Yargının sadece muhalif değil herhangi bir gazeteye, gazeteciye yapılan saldıryı daha titizlikle ele alması gerektiğine dikkat çeken Av. Avcı, “Örneğin Cumhuriyet gazetesine atılan bombayı, sadece bomba atan kişinin yaptığı bir eylemmiş gibi sınırlandırmış olmak gibi bir durum. Biz dava aşamasında iddianamenin kabul edilmemesi ile ilgili gerekli başvurularımızı yapacağız. Olayın soruşturma aşamasında olmasa da kovuşturma aşamasında derinlemesine incelenmesi için elimizden geleni yapacağız. Çünkü bugün buna cesaret vermek yarın daha başka saldırıların da önünü açmak demektir. Aleyhinde haber yapılacak kişinin sadece dava açmakla yetinmemesinin, ‘Bana böyle yaparsan başına neler gelecek’ anlayışıyla hareket edebilmesinin önünü açmak demektir” ifadelerini kullandı.
www.evrensel.net
evrensel.net
Halep’te yaşayan ayakkabı işçisi: Seçim göstermelik, geçim yalan

Suriye’deki siyasi belirsizliğe dikkat çeken Muhammed, 12 yıl sonra yeniden silah ve bomba sesleriyle yaşadıklarını belirtti.… https://www.evrensel...
Halep’te yaşayan ayakkabı işçisi: Seçim göstermelik, geçim yalan
HTŞ, pazartesi günü, Beşar Esad’ın devrilmesinin ardından ülkede yapılan ilk ‘parlamento seçimlerinin’ ön sonuçlarını yayımladı. Sonuçlara göre düzenlenen ‘seçim mizanseninde’ kadınların ve azınlıktaki dini grupların başarı oranı düşüktü. HTŞ’nin seçim komitesi, yaptığı açıklamada, 119 milletvekilinin belirlendiğini duyurdu ancak oy sayısına ilişkin ayrıntı vermedi. Pazar günkü oylamada, bölgesel seçici kurulların yaklaşık 6 bin üyesi, önceden onaylanmış listeler arasından, yeni meclisteki 210 sandalyenin yaklaşık üçte ikisini dolduracak adayları seçti. HTŞ Lideri Ebu Muhammed el Colani, geri kalan üçte biri, yani diğer 70 milletvekilini bir sonraki aşamada atayacak. ‘Tüm kesimler temsil edilemeyecek’ Yorumcular ve Suriyeliler, oylama öncesinde, seçimlerin merkeziyetçi yönetiminden ve hükümetin kontrolü dışındaki bölgelerde oylamanın askıya alınmasından endişe duyduklarını belirtmişlerdi. Bu durumun, tüm kesimler için adil bir temsilin olmaması anlamına geleceği ifade edilmişti. Diğer dikkat çeken mesele ise yeni seçilen milletvekillerinden sadece altısının kadın olması. Ayrıca, Kürtler ve Hristiyanların da aralarında bulunduğu dini ve etnik bileşenlere sadece 10 sandalye tahsis edilmiş ve parlamentoya yalnızca iki Alevi girebilmişti. “Güvenlik ve siyasi gerekçelerle”, Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürtlerin kontrolündeki bölgeler ile Dürzi yoğunluklu Süveyda vilayeti de dahil olmak üzere hükümetin kontrolü dışındaki bölgelerde seçimler ertelendi ve bu nedenle parlamentodaki 21 sandalye boş kaldı. Seçim gündemi sürerken Halep’in doğu kırsalında yer alan Menbic yakınlarındaki Deyr Hafer ve Tişrin Barajı bölgelerinde SDG ile HTŞ tarafındaki SMO arasında ağır silahların kullanıldığı çatışmalar yaşandı. ‘İş yok, elektrik yok, su yok’ Bütün bu tablonun içinde Suriye halkının hayatını nasıl idame ettirdiği daha az sorulan sorular arasında yer alıyor. Daha önce Suriye savaşında Türkiye’ye göç eden Adana’da saya işçisi olarak çalışan Muhammed, 5 aydır Halep şehrinde yaşıyor. Muhammed, Suriye’de aylardır çay parası bile çıkaramadığını, çalışabilecek hiçbir alan kalmadığını ve tüm enkazın olduğu gibi durduğunu anlatıyor: “İş yok, elektrik yok, internet yok, su yok… Her gün sadece 6 saat en temel ihtiyaçlarımıza erişebiliyoruz. Suya bazen bir hafta ulaşamıyoruz. Okullar harabe, kamu binaları yıkık ve çalışmıyor. Ben Suriye vatandaşıyım, şu an cebimde kimlik bile yok.” ‘Belirsizlik ve istikrarsızlık hakim’ “Ben buraya alışmadım, geri dönmeyi düşünüyorum” diyen Muhammed, birçok Suriyelinin şu an yıkılan evlerini düzgün bir çatıya dönüştürmeye çalıştığını ifade ediyor. Muhammed’in en çok vurguladığı şey Suriye’deki belirsizlik ve istikrarsızlık. Politik dengelerin hızlı değişimine dikkat çeken Muhammed, son aylarda HTŞ’ye tepkilerin yükseldiğini ifade ediyor: “12 yılın ardından yine silah ve bomba sesleriyle geçirdik günümüzü. Yine SDG ile süren çatışmalar herkesi korku ve endişeye sürükledi.” ‘Özgür ve açık bir oylama olmadı’ Muhammed, HTŞ’ye yönelik tepkilerde önemli unsurlarından birinin de “kimsenin” son seçimlere katılamaması olduğunu ifade ediyor: “Halkın istekleri ve iradesinin, yaşadığı ülkede uygulanması herkesin hakkı ama biz yine bundan mahrum kalıyoruz. Öyle özgür ve açık bir oylama olmadı, ne ben ne komşularım oy kullandık. Zaten kimliklerimiz bile yok. HTŞ en temel meseleleri bile çözemiyor. Bunun için yine Suriye’de halk için yoksulluk ve çaresizlik var diyebilirim.” Kadın vekil sayısı hep düşük Esad döneminde Suriye parlamentosunun 250 sandalyesi vardı ve bunun üçte ikisi Baas Partisi üyelerinin elindeydi. Temmuz 2024’teki seçimler, Esad muhalifleri tarafından ‘göstermelik’ olarak nitelendirilmişti. Hafız ve Beşar Esad dönemlerinde Suriye parlamentolarında kadınların temsili her zaman düşüktü; “Parlamentolar Arası Birlik” (IPU) verilerine göre, 1981’den Beşar Esad’ın düşüşüne kadar kadınların payı yüzde 6 ile yüzde 13 arasında dalgalandı.
www.evrensel.net
evrensel.net
Birkaç saatlik çatışmadan bölgesel nüfuz savaşına!

✒️ Hediye Levent yazdı https://www.evrensel...
Birkaç saatlik çatışmadan bölgesel nüfuz savaşına!
Bölgedeki bütün ülkelerin ve tarafların gözü Gazze’de. Herkes Trump’ın Gazze planının işe yarayıp yaramayacağını anlamaya çalışıyor. Plan işe yarasa da yaramasa da bütün bölgeyi etkileyecek yeni bir dönüm noktası olacak gibi görünüyor. Bu durum Türkiye-İsrail nüfuz mücadelesinin de gidişatını şekillendirecek. Bu nedenle bu nüfuz mücadelesinin oldukça sert yaşandığı Suriye sahasındaki tarafların kulakları Gazze’ye dair haberlerde gözleri ise sahadaki durumda demek yanlış olmaz. Peki son olarak Halep’in Kürt nüfusun yoğun olduğu Eşrefiye ve Şeyh Maksut Mahallelerindeki çatışmaları nasıl yorumlamak, nelerin ön sinyali olarak görmek gerek? Halep’in Eşrefiye ve Şeyh Maksut Mahalleleri iç savaş döneminde Kamışlı merkezli siyasi ve silahlı oluşumlara bağlı hareket etti ancak her zaman bu yapılardan biraz daha farklı oldu. Esad yönetimi döneminde de Esad düştükten sonra da sahadaki silahlı yapıların konuşlanması bu iki mahallenin Kamışlı merkezli yapılardan uzak kalmasına neden oldu. Mahallelerdeki Kürtlerden oluşan silahlı yapılar ağırlıklı olarak kendi insan güçleri ile hareket etmek zorunda kaldı. Zaman zaman Şam ile uzlaştı, zaman zaman da başka silahlı yapılarla. Bu durumun temel sebebi saldırı ve çatışma hallerinde önce YPG ve sonra SDG olan silahlı güçlerin bu iki mahalleye ulaşmasını sağlayacak yolların başka grupların elinde olmasıydı. Son yıllarda ağırlıklı olarak Türkiye’nin desteklediği silahlı gruplar tarafından etrafı kuşatılan bu iki mahallede gerilim zaman zaman yatışsa da hep vardı. Aslında Eş Şara yönetimi ile geçtiğimiz aylarda bu iki mahallenin güvenliği başta olmak üzere birçok konuda anlaşma da yapılmıştı. Ancak yaklaşık 2 aydır Şam, Eşrefiye ve Şeyh Maksut’taki Kürt güçlerin, sivillere ait binaları tank dahil ağır silahlarla hedef aldığını iddia ederken, suçlanan güçler Şam’a bağlı güçlerin provokasyon peşinde olduğunu ve anlaşmaya uymadıklarını savunuyordu. Kısa süre önce birkaç saat süren bir çatışma daha patlak verdi, gerilim kontrol altına alındı, SDG’den bir heyet Şam’a gitti ve Eş Şara yönetimi ile masaya oturdu. Kamuoyuna açıklandığı kadarıyla bir ateşkes sağlandı ancak iki mahalleye açılan yolların Şam tarafından kapatılması, kısacası mahallelerin kuşatma altında tutuluyor olması gerilimin hâlâ devam etmesine sebep oluyor. Şeyh Maksut ve Eşrefiye neden gerilimin sürekli yüksek olduğu ve çatışma sebebi yerler? Birçok sebep sayılabilir ancak en önemli iki sebepten biri SDG’nin kontrol ettiği alanı mümkün olduğunca geniş tutmak istemesine karşılık Şam’ın SDG’nin kontrolündeki bölgeleri olabildiğince daraltmak istemesi. SDG’ye bağlı olan ve Fırat Nehri’nin batısında kalan iki yer var; Eşrefiye ve Şeyh Maksut Mahalleleri. Bu durum da dikkate alındığında SDG’nin tamamen Fırat’ın doğusuna itilmesi açısından Şam ve Türkiye açısından bu iki mahallenin kontrolünün kimde olduğu daha da önem kazanıyor. Diğer sebep ise SDG üzerindeki baskıyı artırıp müzakerelerde daha az taleple masaya oturmasını sağlamak. Amerikalılar bu çatışmalara ne diyor? Amerika her ne kadar SDG’yi yerel müttefiki olarak değerlendiriyor olsa da Fırat’ın batısı ile şimdiye kadar hiç ilgilenmedi. Daha önce SDG’nin bu bölgelerdeki durumu, sorunları veya hedefleri konusunda herhangi bir girişimde bulunmayan Amerika’nın CENTCOM Komutanı Brad Cooper’ın ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın tam da Halep’in 2 mahallesinde gerilim devam ederken Mazlum Abdi ile görüşmesi elbette dikkat çekici. Ancak Bu görüşmeyi de Eşrefiye ve Şeyh Maksut Mahalleleri özelinde değerlendirmek doğru olmaz gibi görünüyor. Amerika şu aralar sahadaki bütün tarafları az çok memnun edecek bir ara formül arayışında. Malum Türkiye ve Eş Şara yönetimi gücün Şam’da toplandığı bir yönetim biçimi isterken İsrail, Suriye’deki azınlıklar ve Eş Şara yönetimine güvenmeyen ülke içindeki kesim özerklikten federasyona farklı modeller uygulanması gerektiğini savunuyor. Türkiye-İsrail nüfuz mücadelesi çerçevesinde gücün merkezde toplandığı bir sistem Türkiye’yi, özerklik benzeri modeller ise İsrail’i Suriye sahasında daha etkili hale getirebilir. Amerikalıların çantasında nasıl bir ara formül şekilleniyor bilinmez ancak açıklamaları ile hem Ankara’yı hem de Eş Şara yönetimini oldukça mutlu eden Tom Barrack’ın etkisinin giderek azalması, yerini ise CENTCOM Komutanı Cooper’ın doldurması gidişatın pek de Türkiye’nin beklentilerine paralel olmadığını gösteriyor. Yine New York’taki BM Genel Kurulu boyunca Türkiye ile ABD arasında çeşitli düzeylerde yapılan görüşmelerde de anlaşıldığı kadarıyla Suriye’deki yönetim biçimi, SDG’nin durumu, öz yönetimin bekası gibi konularda bir sonuca varılamamış. Biz yine Eşrefiye ve Şeyh Maksut Mahallelerine dönelim. SDG bu iki mahalleye destek gönderemez mi? Çok zor, belki birkaç defa silah vs. desteği sağlansa da sürekli açık bir lojistik hat oluşturmak SDG açısından imkansız. Çünkü SDG’nin kontrol ettiği bölgelerle bu iki mahalle arasındaki ara ve ana yolların tamamı Türkiye destekli silahlı grupların kontrolünde. Eş Şara yönetimi ve Türkiye açısından bu iki mahallenin SDG kontrolünden çıkarılması ne anlama geliyor? Elbette oyun kurallarını baştan sona değiştirecek bir gelişme olmaz ancak SDG üzerindeki baskının artırılması açısından etkili olabilir. Yine Türkiye’nin desteklediği silahlı grupları Teşrin Barajından itibaren Fırat Nehri boyunca yerleştirdiği, takviye ettiği ve SDG’nin bu hat boyunca büyük ölçüde yolunu kestiği biliniyor. Yine Kürt-Arap ittifakı olan öz yönetim ve SDG içindeki Arap aşiretlerinin ittifaktan ayrılması için devam eden girişimlerin daha da yoğunlaştırılması şaşırtıcı olmaz. Peki Türkiye SDG’ye bir askeri operasyon yapar mı? Bu ihtimalin en azından şimdilik oldukça zayıf olduğunu belirtmek gerekiyor ancak Türkiye ve Eş Şara yönetimi hem Arap aşiretlerinin Kürtlerle ittifakını bozmak hem de Rakka, Deir Ez Zor gibi SDG’nin kontrolündeki bölgelerin Şam’a devredilmesi için baskıyı artıracak gibi görünüyor. Eş Şara yönetimi ile SDG savaşa doğru mu gidiyor? Bu ihtimalin de oldukça zayıf olduğunu söylemek mümkün. Her ne kadar Halep kırsalı gibi yerlerde Şam’a bağlı silahlı gruplar ile SDG arasında çatışmalar olsa da sahada Şam’dan gönderilen gruplardan çok Türkiye destekli silahlı grupların etkili olduğu biliniyor. Evet, Türkiye’nin SDG’ye yönelik hamleleri Eş Şara yönetimi açısından memnuniyetle karşılanıyor ancak işin tam anlamıyla bir çatışmaya dönüşmesi için Şam’ın elinde ne yeterli adam var ne de silah. Diğer taraftan SDG’nin de silah başta olmak üzere bütün lojistiğinin ABD tarafından sağlandığı ve bu nedenle ABD’nin yeşil ışığı olmadan bir çatışmaya giremeyeceği açık. Şimdilik sahadaki gerilimin bu seviyede devam etmesi ihtimali kuvvetli görünüyor. Elbette Gazze’deki gidişat, buna bağlı olarak İsrail’in Suriye’den çekilip çekilmeyeceği, Şam ile imzalaması beklenen güvenlik anlaşmasının içeriği, Amerika’nın şu aralar bulmaya çalıştığı ara formülün muhteviyatı gibi birçok faktör sahadaki durumu doğrudan etkileyecek.
www.evrensel.net
evrensel.net
Halep’te yaşayan ayakkabı işçisi: Seçim göstermelik, geçim yalan

Suriye’deki siyasi belirsizliğe dikkat çeken Muhammed, 12 yıl sonra yeniden silah ve bomba sesleriyle yaşadıklarını belirtti.… https://www.evrensel...
Halep’te yaşayan ayakkabı işçisi: Seçim göstermelik, geçim yalan
HTŞ, pazartesi günü, Beşar Esad’ın devrilmesinin ardından ülkede yapılan ilk ‘parlamento seçimlerinin’ ön sonuçlarını yayımladı. Sonuçlara göre düzenlenen ‘seçim mizanseninde’ kadınların ve azınlıktaki dini grupların başarı oranı düşüktü. HTŞ’nin seçim komitesi, yaptığı açıklamada, 119 milletvekilinin belirlendiğini duyurdu ancak oy sayısına ilişkin ayrıntı vermedi. Pazar günkü oylamada, bölgesel seçici kurulların yaklaşık 6 bin üyesi, önceden onaylanmış listeler arasından, yeni meclisteki 210 sandalyenin yaklaşık üçte ikisini dolduracak adayları seçti. HTŞ Lideri Ebu Muhammed el Colani, geri kalan üçte biri, yani diğer 70 milletvekilini bir sonraki aşamada atayacak. ‘Tüm kesimler temsil edilemeyecek’ Yorumcular ve Suriyeliler, oylama öncesinde, seçimlerin merkeziyetçi yönetiminden ve hükümetin kontrolü dışındaki bölgelerde oylamanın askıya alınmasından endişe duyduklarını belirtmişlerdi. Bu durumun, tüm kesimler için adil bir temsilin olmaması anlamına geleceği ifade edilmişti. Diğer dikkat çeken mesele ise yeni seçilen milletvekillerinden sadece altısının kadın olması. Ayrıca, Kürtler ve Hristiyanların da aralarında bulunduğu dini ve etnik bileşenlere sadece 10 sandalye tahsis edilmiş ve parlamentoya yalnızca iki Alevi girebilmişti. “Güvenlik ve siyasi gerekçelerle”, Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürtlerin kontrolündeki bölgeler ile Dürzi yoğunluklu Süveyda vilayeti de dahil olmak üzere hükümetin kontrolü dışındaki bölgelerde seçimler ertelendi ve bu nedenle parlamentodaki 21 sandalye boş kaldı. Seçim gündemi sürerken Halep’in doğu kırsalında yer alan Menbic yakınlarındaki Deyr Hafer ve Tişrin Barajı bölgelerinde SDG ile HTŞ tarafındaki SMO arasında ağır silahların kullanıldığı çatışmalar yaşandı. ‘İş yok, elektrik yok, su yok’ Bütün bu tablonun içinde Suriye halkının hayatını nasıl idame ettirdiği daha az sorulan sorular arasında yer alıyor. Daha önce Suriye savaşında Türkiye’ye göç eden Adana’da saya işçisi olarak çalışan Muhammed, 5 aydır Halep şehrinde yaşıyor. Muhammed, Suriye’de aylardır çay parası bile çıkaramadığını, çalışabilecek hiçbir alan kalmadığını ve tüm enkazın olduğu gibi durduğunu anlatıyor: “İş yok, elektrik yok, internet yok, su yok… Her gün sadece 6 saat en temel ihtiyaçlarımıza erişebiliyoruz. Suya bazen bir hafta ulaşamıyoruz. Okullar harabe, kamu binaları yıkık ve çalışmıyor. Ben Suriye vatandaşıyım, şu an cebimde kimlik bile yok.” ‘Belirsizlik ve istikrarsızlık hakim’ “Ben buraya alışmadım, geri dönmeyi düşünüyorum” diyen Muhammed, birçok Suriyelinin şu an yıkılan evlerini düzgün bir çatıya dönüştürmeye çalıştığını ifade ediyor. Muhammed’in en çok vurguladığı şey Suriye’deki belirsizlik ve istikrarsızlık. Politik dengelerin hızlı değişimine dikkat çeken Muhammed, son aylarda HTŞ’ye tepkilerin yükseldiğini ifade ediyor: “12 yılın ardından yine silah ve bomba sesleriyle geçirdik günümüzü. Yine SDG ile süren çatışmalar herkesi korku ve endişeye sürükledi.” ‘Özgür ve açık bir oylama olmadı’ Muhammed, HTŞ’ye yönelik tepkilerde önemli unsurlarından birinin de “kimsenin” son seçimlere katılamaması olduğunu ifade ediyor: “Halkın istekleri ve iradesinin, yaşadığı ülkede uygulanması herkesin hakkı ama biz yine bundan mahrum kalıyoruz. Öyle özgür ve açık bir oylama olmadı, ne ben ne komşularım oy kullandık. Zaten kimliklerimiz bile yok. HTŞ en temel meseleleri bile çözemiyor. Bunun için yine Suriye’de halk için yoksulluk ve çaresizlik var diyebilirim.” Kadın vekil sayısı hep düşük Esad döneminde Suriye parlamentosunun 250 sandalyesi vardı ve bunun üçte ikisi Baas Partisi üyelerinin elindeydi. Temmuz 2024’teki seçimler, Esad muhalifleri tarafından ‘göstermelik’ olarak nitelendirilmişti. Hafız ve Beşar Esad dönemlerinde Suriye parlamentolarında kadınların temsili her zaman düşüktü; “Parlamentolar Arası Birlik” (IPU) verilerine göre, 1981’den Beşar Esad’ın düşüşüne kadar kadınların payı yüzde 6 ile yüzde 13 arasında dalgalandı.
www.evrensel.net
evrensel.net
Leipzig halkı Sumud Filosu ve Gazze için yürüdü: 'Almanya fonluyor, İsrail vuruyor' https://www.evrensel...
Leipzig halkı Sumud Filosu ve Gazze için yürüdü: 'Almanya fonluyor, İsrail vuruyor'
Leipzig — Almanya’nın Leipzig kentinde, Gazze'ye insani yardım götürmek için yola çıkan ve gemileri İsrail saldırısına uğrayan Küresel Sumud Filosu ile dayanışmak için gösteri yürüyüşü gerçekleştirildi. Almanya'nın birçok kentinde gerçekleştirilen protestoların bir parçası olarak 3 Ekim günü Leipzig’de gerçekleştirilen yürüyüşün sonunda yerel örgütler tarafından eylem haftası ilan edilmişti. Çeşitli etkinlik ve forumlarla sürecek haftaya gösteri yürüyüşüyle başlandı. Yürüyüşte “Almanya fonluyor, İsrail vuruyor”, “Savaş değil soykırım” ve “Yaşasın enternasyonel dayanışma” sloganları atıldı. Yerel basın da protesto edildi Göçmenlerin yoğun yaşadığı Eisenbach Caddesi’nden yola çıkan kitle, son haftalarda Gazze halkı aleyhine yaptığı haberlerle gündem olan Leipziger gazetesinin haber merkezine yürüdü. Haber merkezi önünde sloganlar atarak gazeteyi protesto eden kitleden konuşmacılar, Sumud Filosu'na yönelik müdahalenin hukuki hiçbir dayanağı olmadığını vurguladı ve Leipziger gazetesinin İsrail devletinin sözcülüğünü yaptığını söyledi. Yaşananların yalnızca Filistinlileri ilgilendirmediğinin altını çizen konuşmacılar tüm Leipziglileri dayanışmayı büyütmeye çağırdı. Bir önceki yürüyüşte olduğu gibi bu yürüyüşte de gençlerin yoğun katılımı dikkat çekti. Gençlik örgütlerinden boykot çağrısı Yürüyüşün sonunda söz alan gençlik örgütleri, kentteki bilim insanlarının ve kurumların gerçeğin karşısında pozisyon aldığını dile getirdi; Leipzig Üniversitesi'nin de İsrail ile iş birliği yaptığını söyledi. Örgüt temsilcileri, protestoya katılan üniversitelileri akademik boykota çağırırken Sumud Filosu ve Gazze halkı güvende olana dek mücadeleyi büyüteceklerini belirtti.
www.evrensel.net