🌤GÖLGE🌤
banner
golge13459.bsky.social
🌤GÖLGE🌤
@golge13459.bsky.social
1.8K followers 2.2K following 290 posts
Posts Media Videos Starter Packs
Reposted by 🌤GÖLGE🌤
KORKUNUN ECELE FAYDASI YOK....
İmamoğlu cumhurbaşkanı olacak...
Sen de (o kendini bilir) kaçacaksın...ya da yargılanacaksın...
#diploma
#İmamoğlu
Reposted by 🌤GÖLGE🌤
Reposted by 🌤GÖLGE🌤
Kanal İstanbul’a, HAYIR❗️❗️

Kanal İstanbul’a, HAYIR❗️❗️

Kanal İstanbul’a, HAYIR❗️❗️

Kanal İstanbul’a, HAYIR❗️❗️

#YaKanalYaistanbul
#kanalistanbul
#Kanalistanbulahayır
Reposted by 🌤GÖLGE🌤
Reposted by 🌤GÖLGE🌤
Millet canını deprem korkusuyla dişine takmış, seçtiği belediye başkanlarının görevine dönmesini beklerken Erdoğan'ın tek derdi Kanal İstanbul.

Sabah güneş doğarken, talimatla 53 arkadaşımızı daha gözaltına aldılar.
Reposted by 🌤GÖLGE🌤
Haber kanalından ne beklersiniz? Gerçeği duyurmasını değil mi?
Örneğin, çocuk işçi sayısı artıyor, TGRT haber yapıyor. Buraya kadar normal.

Ama patron(un eşi) hemen köpürüyor. habercileri azarlıyor. Kural koymuş: Olumsuz şeyler yazılmayacakmış.

Bu işler böyle yürüyor.
Reposted by 🌤GÖLGE🌤
Bize sendikal haklar ve mücadeleci sendikalar lazım

Mehmet Türkmen'in yazısı https://www.evrensel...
Bize sendikal haklar ve mücadeleci sendikalar lazım
Mehmet Türkmen 1 Mayıs’a günler kaldı. 19 Mart’tan bu yana, başta öğrenci gençlik yığınları olmak üzere, Saray iktidarının demokrasinin son kırıntılarını da ortadan kaldırmaya dönük saldırılarına karşı geniş halk kitlelerinin sokaklara taşan öfkesi, ilk günlerdeki kitlesellikte olmasa da, cesaretinden, kararlılığından ve dinamizminden bir şey kaybetmeden sürüyor. En son, AKP-MHP iktidarının kalesi olarak bilinen Yozgat’ta üretici köylülerin CHP mitingine kitlesel katılımı ve iktidarın politikalarına karşı açığa çıkan öfkesi, meydanlara dökülen halk yığınları için meselenin İmamoğlu’na ve CHP belediyelerine yapılan yargı operasyonundan ibaret olmadığını; İmamoğlu şahsında halkın iradesini, seçme ve seçilme hakkını gasbetmeye dönük bu son hamleyle birlikte, Saray iktidarının adım adım faşizmi inşa eden yönetim biçimine karşı halk kitleleri içinde birikmiş öfkenin açığa çıktığını gösteriyor. Daha da önemlisi, bu öfkenin açığa çıktığı her alanda, başta üniversite gençliği olmak üzere, örneğin en son liseliler ve üretici köylülerde de olduğu gibi, sokaklara dökülen toplumsal kesimlerin, bugün haklı olarak meydanlarda en çok haykırılan hukuk, adalet ve demokrasi talebiyle bizzat kendi hayatları, gelecekleri ve özgün talepleri arasında doğrudan bir bağ kurduğunu görüyoruz. Adaletin, demokrasi ve özgürlüklerin olmadığı bir ülkede, gençlik yığınları için parasız ve nitelikli bir eğitim hakkından, iş ve gelecek güvencesinden de bahsedilemeyeceği; üretici köylülerin ekip biçtiği toprağının ve emeğinin de bir değerinin olamayacağının daha çok bilince çıkmaya başladığı bir uyanış yaşanıyor, özetle. İşçi sınıfından neden güçlü bir ses çıkmıyor? Peki işçi sınıfı, sendikalar nerede? 19 Mart eylemleri başladığından beri en çok sorulan sorulardan biri bu oldu. Özellikle üniversite gençliğinin okullarda boykot örgütleyerek örgütlü ve kitlesel bir biçimde harekete damga vurduğu andan itibaren ‘işçi-gençlik el ele’, ‘genel grev, genel direniş’ gibi çağrılar ve tartışmalar uzun yıllardır ilk defa bu kadar yaygın yapılmaya başlandı. İktidar yandaşı kimi yayın organlarından başlayarak yandaş kimi firma ve markalara yönelik gündeme gelen ve bir günlük genel boykot gibi eylemlerle bir süreliğine etkili de olan ‘tüketimden gelen güç’ün yarattığı sınırlı etkinin rüzgarıyla ‘üretimden gelen güç’ün devreye girmesine duyulan ihtiyaç; dolayısıyla, ancak işçi sınıfının örgütlü gücüyle mümkün olabilecek ‘güç’ün hayati önemi daha çok fark edilir oldu. Peki bu güç nerede? Üniversite ve lise gençliğinden köylülere kadar, toplumun farklı kesimleri Saray iktidarının baskısı ve zulmüne karşı adalet, demokrasi ve özgürlük için ayağa kalkmışken; bu iktidarın zulmüne, bugün ‘Şimşek programı’ adıyla yürütülen halk ve emek düşmanı politikalarına en çok hedef olan işçi sınıfından neden güçlü bir ses çıkmıyor? Emeği pul, ekmeği zehir edilen, ucuz kölelik ve sefalet koşulları dayatılan, grevleri yasaklanan, sendikal örgütlenme hakkı ayaklar altına alınan, ekmeği ve hakları için verdiği mücadeleler polis ve asker şiddetiyle, yasaklarla, hukuksuz yargı kararlarıyla, gözaltı ve tutuklamalarla bastırılmaya çalışılan işçiler; dolayısıyla, hukuka, adalete, demokrasiye en çok ihtiyacı olan işçi sınıfı neden hâlâ ayağa kalkmıyor? Sendikalar neden hâlâ genel grev, genel direniş kararları almıyor? En acil ihtiyaçlardan biri sendikal örgütlülük Çok haklı bir sorgulama kuşkusuz. Bu sorgulamanın yer yer kimi kesimlerce yapılan biçimde, işçi sınıfına olan güvensizliği, sınıf mücadelesine olan inançsızlığı ve uzaklığı açığa çıkaran küçümseyici örnekleri bir tarafa bırakalım. Ancak, son derece samimi olarak işçi sınıfının sahneye çıkmasını bekleyen, politik olarak da bunu amaç edindiğini iddia eden kimi çevrelerin de bu sorgulamayı ve tartışmayı çok yüzeysel, işçi sınıfının ve sendikal hareketin güncel durumunu ve temel sorunlarını doğru kavramayan bir yerden yaptığını söylemek gerekiyor. AKP’nin iktidar döneminde başka bir boyut kazanan ve daha çok derinleşen, toplumdaki kültürel kamplaşma ve kutuplaşmanın işçi sınıfı içindeki tahrip edici etkisi; muhalif, demokratik ve sol güçlerin önemli bir kesiminin, AKP-Erdoğan gericiliğine ve baskı politikalarına karşı mücadeleyi işçi sınıfı ve yoksul halk kesimlerinin ekonomik, sosyal ve demokratik talepleriyle birleştirmekten çok, AKP’nin çok başarılı bir şekilde kurup yönettiği bu ‘kültürel kutuplaşma’yı yeniden üreten zaafının bu noktada nasıl bir rol oynadığı başka bir tartışmanın konusu olsun. Bu gerçekliğin işçi sınıfının doğrudan kendisine yönelmiş saldırılarla, ülkedeki genel demokrasi ve özgürlükler sorunu arasında bağ kurmasını zorlaştıran yanını, bu bağı kurmasını sağlayacak en önemli ve olmazsa olmaz bir araç olan sendikal örgütlülükten mahrum olması gerçeğiyle birlikte düşününce, ‘İşçi sınıfı nerede?​’, ‘Niye genel grev olmuyor?​’ gibi soruların yanıtları daha anlaşılır olur. İşçi sınıfının kendisi için bir sınıf olma ve doğrudan kendi gündemlerinin yanı sıra, kendisini de etkileyen ülke gündemlerine, kendi sınıf mücadelesinin sınırlarını da belirleyen demokrasi ve özgürlükler mücadelesine müdahil olmasını sağlayacak bir güç, politik bir özne olabilmesinin olmazsa olmaz koşullarından biri, hiç kuşkusuz ki güçlü bir sendikal örgütlülüğe sahip olmasıdır. Halihazırda, on binlerce, yüz binler üyesi olan sendikalara hakim olan bürokratik anlayışla, işçi sınıfının örgütlü gücünün açığa çıkmasının önündeki en büyük engellerden biri olan bu kastlaşmış, bürokratik sendikal yapıyla mücadele ve sendikaları mücadeleci bir temelde dönüştürme sorumluluğu hayati bir yerde duruyor kuşkusuz. Ancak bu yapıyı dönüştürmek de dahil, işçi sınıfının ülkenin kaderine el koyacak bir güç olarak ortaya çıkması için, işçi sınıfının bunun en temel araçlarından biri olan güçlü bir sendikal örgütlülüğe, bu örgütlülüğün, sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin kalkmasına olan ihtiyacı günün en acil, en hayati ihtiyacı ve görevidir. Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş Özellikle son birkaç yıldır işçi sınıfına yönelik saldırılar ve ülkenin pek çok yerindeki işçi grev ve direnişlerine dönük yaşanan grev yasakları, kolluk gücüyle, en sert şiddet yöntemleriyle işçi mücadelelerinin ezilmeye çalışıldığı örnekler, bugün işçi sınıfının en acil ve en hayati talebinin ‘Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş’ kampanyasıyla ete kemiğe bürünen sendikal hak ve özgürlükler için mücadele olduğu gerçeğini bir kez daha açığa çıkarmıştır. Henüz 19 Mart’ta yüz binler adalet, demokrasi ve özgürlük için meydanlara dökülmemişken, şubatta binlerce Başpınar işçisinin sefalet zammına karşı başlattığı direnişlerin yasaklarla ve bu direnişe öncülük eden BİRTEK-SEN’e yönelik baskılarla sindirilmeye çalışılmasına karşı ortaya çıkan öfke fabrikalarda, işçi havzalarında birikmeye devam ediyor. Geçtiğimiz yıl metal işçilerinin sendikaları Birleşik Metal-İş öncülüğünde Cumhurbaşkanının grev yasağına karşı ortaya koyduğu iradeyle yasağı yırtıp atmasında açığa çıkan mücadele iradesi ve cesaret MESS sözleşmeleri yaklaşırken yüz binlerce metal işçisi içinde mayalanmaya devam ediyor. Yüz binlerce kamu işçisinin TİS görüşmeleri sürerken, tabanda süren tartışmalar daha güçlü bir öfke ve mücadele eğiliminin biriktiğine işaret ediyor. İş kolundaki özel grev yasağına ve patronun bu yasağı dayanak yaparak işçilere dayattığı sefalet sözleşmesine rağmen TÜPRAŞ işçilerinin Koç’u sallayan mücadelesi işçi sınıfının diğer kesimlerinin de ayağa kalktığı bir mücadelenin meşalesi olacak ateşi beslemeye devam ediyor. İşte tam da bu yüzden, yaklaşan 2025 1 Mayısı’nda, yüzünü işçi sınıfına dönen, sınıf mücadelesini kendine dert eden herkes için en önemli görev, fabrikalarda, işçi havzalarında mayalanan bu öfkenin biriktiği yerlerden çıkarak, gençlik yığınlarının ve diğer halk kesimlerinin yükselen adalet, demokrasi ve özgürlük haykırışı ve mücadelesiyle birleşmesidir. Her yerde en kitlesel ve birleşik bir 1 Mayıs’ın kutlanması ve işçi sınıfının bu 1 Mayıs’ta ‘Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş’ taleplerini en öne, en yükseğe çıkarması bu 1 Mayıs’ın en olmazsa olmaz görevidir.
www.evrensel.net
Reposted by 🌤GÖLGE🌤
#MahmutTanal diye yazılır,
ADAM diye okunur 👏👏👏👏
Reposted by 🌤GÖLGE🌤
Ev kadınlarına emeklilik müjdesinin arka planı
İktidara yakın gazetelerin bir süredir gündeme getirdiği ev kadınlarına emeklilik meselesi kadınlara müjde değil kocaya bağımlı kılma, çocuk yapma baskısını ortaya… https://www.evrensel...
Ev kadınlarına emeklilik müjdesinin arka planı
Laçin Barış Günlerdir AKP’ye yakın gazeteler ve medya kuruluşları, iktidarın ilan ettiği aile yılı kapsamında ev kadınlarına emeklilik hakkı tanınacağı müjdeleniyor. Bahsedilen uygulamanın detayları resmi kurumlar tarafından henüz açıklanmış değil ve detayları, iktidara yakın gazetelerden gördüğümüz kadarıyla yorumlayabiliyoruz. İktidara yakın gazetelerde aile koruma kalkanı paketi kapsamında ev kadınlarına emeklilik hakkı tanınacağı belirtiliyor. Başvuruda bulunan ev kadınları, isteğe bağlı sigorta ile kayıt olacak. Söz konusu sigorta, BAĞ-KUR kapsamında sayılacak. Böylece ev kadınları, primlerini her ay düzenli şekilde ödeyecek. Burada müjde olarak bahsedilen mesele, devletin ödenecek olan aylık pirimin üçte birini karşılayacak olması. Keza geçtiğimiz sene Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan yaptığı açıklamada, “İsteğe bağlı sigortalılık kapsamında, yükümlü olunan primin üçte birinin devlet tarafından ödenmesi yönünde bir sistem kuruyoruz” demişti. Yani bir kadının emekli olabilmesi için güncel olarak aylık ödemesi gereken para miktarı 6 bin 200 lira olacak. Ayrıca gazetelerde yıpranma payının çocuk sayısına göre esneklik göstereceği ve erken emeklilik için çocuk sayısının belirleyici olduğu yer alıyor. Emekli aylıkları sosyal yardıma dönüştü Bahsi geçen uygulamanın ne anlama geldiğini BES Örgütleme Sekreteri Mustafa Güven’e sorduk. Güven, 2008’den sonra emekli aylıklarının düzenli olarak düştüğünü hatırlatarak, “Sosyal Yön Kurumunun bütçesine baktığımızda son 10 senede emekli aylıklarını karşılama oranının yükseldiğini görüyoruz. Yani emekli aylıkları aslında sosyal yönetim kurumuna, eskisine oranla daha az yükleniyor. Çünkü emekli aylıkları düzenli olarak düşürülüyor” dedi. “Zaten amaç emekli aylıklarını giderek düşürmek ve emekliliği de kademeli olarak aslında bir sosyal yardıma dönüştürmek. Ev kadınlarına sigorta yapma ihtiyacı da biraz buradan çıkıyor. Yani bundan 15 sene önce ailedeki bir birey ya da eşlerden herhangi biri çalışıyorsa emekli aylığıyla dört kişilik bir aile, asgari ölçülerde geçinebilirken bugün eve giren bir aylığın dört kişilik bir aileyi geçindirmesi imkansız” diyen Güven, şu an en düşük emekli aylığının 14 bin 600 lira olduğunu ve emeklilerin çoğunluğun da buna yakın bir rakam aldığını hatırlattı: “Bu rakamla bırakın dört kişilik bir aileyi, tek kişi bile geçinemez.” Kadın yine erkeğe bağımlı olacak Emeklilik politikalarındaki gidişatı iktidar ve Mehmet Şimşek’in programlarıyla yorumlamak gerektiğini söyleyen Güven, “Daha fazla kişiyi en düşük aylıklardan emekli yapmak istiyorlar. Daha önce bir kişinin aldığı aylığın, iki üç kişiye bölündüğü bir duruma gelindiğini görüyoruz” dedi. “Şimdi ev kadınlarına müjde diye emeklilik meselesini gündeme getiriyor iktidar cenahı ama hâlâ bizim önümüzde bir kanun teklifi yok. Okuduğumuz kadarıyla bireysel olarak kadınların para ödeyip emekli olabileceği hazırda bulunan mevcut uygulamaya sadece devlet bunun üçte birini ödeyecek gibi bir ekleme yapılacak” diyen Güven, bu düzenlemenin aylık 6 bin 200 lira prim tutarını yine kadının ödemesi anlamına geldiğini veya emeklilik koşulları sağlansın diye 1 milyon 116 bin lirayı toplu ödemek zorunda kalacaklarını vurguladı. Devlete muazzam para transferi “Ev kadını zaten kocaya bağımlı yaşıyor ve bu düzenleme onu bağımlı kılmaya devam edecek. Yoksul bir ailenin zaten bunu karşılayacak gücü olmayacak. Bu ayrıca devlet kurumlarına muazzam bir para akışı anlamına da geliyor” diyen Güven, “Kadınların bakım yükü nedeniyle işi bırakması, daha fazla kayıtsız çalışmaya mecbur kalması nedeniyle emekli olması çok daha zor ama şimdi bu düzenlemeyle bakım yükünün kadınların sırtına binmesinin bedelini yine çoğunlukla kadınlar ödeyecek” dedi. ‘Böyle düzenlemeler değil ücretsiz kreş istiyoruz’ Bahsedilen düzenlemenin içeriği bir yandan da kadınların çocuk sayısına dikkat çekiyor. Daha fazla çocuğu olan kadınlara “avantaj” sağlanacağı vurgulanıyor. Ancak buna dair detaylar haberlerde yer almıyor. Adana’da 51 yaşındaki Hediye ile sohbet ediyoruz. Hediye’nin eşi emekli, iki kızı var. Bir kızı öğrenci. Hediye’ye düzenlemeyi soruyoruz: “Düzenleme söylentilerini duydum, duyduğum anda da ‘Hazine boşaldı para doldurmak için plan yapıyorlar’ dedim. Benim eşim emekli ama başka işte çalışmak zorunda. Bir kızım ise üniversite öğrencisi ve onun masraflarını karşılamak oldukça zor. Et yüzü uzun süredir görmüyoruz. Şimdi biz zar zor geçinirken ayda 6 bin lirayı nasıl ödeyeceğiz?​” Bu uygulamanın yine kocaya bağımlı olmak anlamına geldiğini söyleyen Hediye kendi hayatından örnekler veriyor: “Evlendikten sonra kısa süre çalıştım ama çocuğum olunca işi bırakmak zorunda kaldım. İki çocuğumun bakımını üstlenmek zorundaydım çünkü bırakabileceğim ücretsiz kreş yoktu. Ayrıca ailedeki hastaların bakımı da benim sırtımdaydı. Biz bakıcı, hemşire, aşçı, temizlikçi görevlerinin hepsini aynı anda yapıyoruz.” Bahsedilenin müjde değil, göz boyama olduğunu ifade eden Hediye, “Bu düzenlemeler yerine ücretsiz kreş açsınlar, kadınların çalışmasının önündeki engelleri kaldırsınlar. Yoksa bu düzenlemeler kadınları sadece doğurmak ve evdeki işlerin hepsini sırtlanmaya itiyor” dedi. Avrupa’da da benzer bir tablo var: Çocuk doğur, bakımı sırtlan AKP’nin aile yılı kapsamında özellikle nüfus politikalarıyla paralel bir şekilde giderek derinleşen yoksulluğu kadınların üzerinde bir sopa olarak kullanması böyle düzenlemelerin gündeme gelmesiyle karşımıza çıkıyor. “Çocuk doğur yardım edeyim” mantığıyla, cüzi yardımlarla kadınları iktidara bağımlı hale getiren politikalar farklı yönleriyle önümüze çıkıyor. Bu mesele sadece Türkiye ile sınırlı değil. Dünyanın birçok yerinde kamuya ayrılan bütçe düşürülüyor, kadınların sırtındaki yük artarken bir de kadınlar daha fazla doğum yapmaları için sıkıştırılıyor. Avrupa’da bunun birçok örneği mevcut. Birincisi devlet tarafından sağlanan Asgari Emeklilik (Basic or Non-Contributory Pensions). Bazı ülkelerde, belirli bir yaşa gelen ve uzun süre ülkede yaşamış olan kişilere (Prim ödememiş olsa bile) asgari bir emeklilik maaşı bağlanıyor. Örneğin Hollanda ve Danimarka’da bu uygulama var ama en az 50 yıl ülkede yaşama şartı aranıyor. Ama bu ülkelerin sayısı oldukça az. Bir diğer uygulama ise Aile İçi Bakım Kredileri (Care Credits). Bazı ülkelerde, çocuk veya yaşlı bakımı nedeniyle ev kadınlarına prim ödeme zorunluluğu olmadan emeklilik puanı veriliyor. Örneğin Fransa’da her çocuk için iki yıl sigortalılık süresi ekleniyor. İsveç’te çocuk doğduktan sonra dört yıla kadar emeklilik puanı veriliyor. Almanya’da ise doğum sonrası ilk üç yıl boyunca kadının emeklilik hesabına katkı yazılıyor. Bu düzenlemeler doğu Avrupa’da da önümüze çıkıyor. Örneğin Macaristan’da en az sekiz yıl çocuk bakımı yapan kadınların o yılları çalışılmış gibi gösteriliyor. Polonya’da üç çocuk doğuran kadınlara ise erken emeklilik imkanı sağlanıyor. Aslında Avrupa’ya baktığımızda bile ev kadınlarının sınırlı sayıda tamamen devlet ödeneği sağlanarak emekli olma hakkı var ama emekli olanların maaşı da sosyal yarımlar kadar düşük. Geri kalan ise sadece çocuk doğurma ve nüfus politikaları etrafında şekilleniyor. Kadınların bakım yükü azaltılmıyor tersine bakım yükünü kamudan kesilen bütçenin karşılığında kadının sırtına bindiriliyor. Keza Avrupa ülkelerinde bile kadınlar ve erkeklerin emekli maaşları arasında oldukça yüksek farklar var. Bu farklar, 2023 verilerine baktığımızda Almanya’da yüzde 36, Fransa’da yüzde 23, Hollanda’da yüzde 31 ve Polonya’da yüzde 25. Yani kadınlar, erkeklere göre daha az emekli maaşı alıyor.
www.evrensel.net
Reposted by 🌤GÖLGE🌤
6 saat önce: “Kaçak TOKİ inşaatına İSKİ’den yıkım kararı”

3 saat önce: “İBB’ye yeni operasyon: İSKİ Genel Müdürü dahil 47 kişi gözaltında”

Yorumsuz!
Reposted by 🌤GÖLGE🌤
TGRT "patronu" havuz medyası elemanı Aslıhan Ören'in çalışanlarına "olumsuz haber yazmayacaksınız" baskısı.

kj=kısa haber
#hak #hukuk #adalet #tgrt
Reposted by 🌤GÖLGE🌤
Reposted by 🌤GÖLGE🌤
An itibarıyla Saraçhanedeyim!