Onur Özgen
@onurozgen.bsky.social
630 followers
190 following
81 posts
Gazeteci, yazar, editör | Evrensel • BirGün Pazar • Bundle • Vesaire • Ayrım Dergi |
Mecra: https://onurozgen.substack.com/
Posts
Media
Videos
Starter Packs
Reposted by Onur Özgen
Reposted by Onur Özgen
Evrensel Gazetesi
@evrensel.net
· Aug 23
Süper Lig’de yeni sezon başladı: Peki tam olarak yeni olan ne?
Türkiye’de her futbol kulübü yeni sezona taptaze bir hikâyeyle girer. Fakat bu hikâyelerin çoğunda ortak bir sorun vardır: Başlangıç noktası, bir önceki sezonun devamı değil, ondan bağımsız bir sayfa gibi kurgulanır. Bunu bir “hafıza kaybı” metaforuyla açıklamak kolay; ancak asıl mesele, kurumların nasıl çalıştığıyla ilgilidir.
Türkiye’de futbol kulüplerinin önemli bir bölümü, spor işletmesi olmaktan çok, sürekli güncellenen bir “vaat yönetimi” mekanizması gibi işliyor. Burada vaat yönetimini, baskıyı kısa süreliğine düşüren, görünürlüğü yükselten, hesap vermeyi durmadan erteleyen ve meşruiyeti medyatik başarılara bağlayan bir siyaset tarzı olarak algılayabilirsiniz.
Bu yazı, “Neden hep yeniden başlıyoruz?” sorusuna ekonomik, örgütsel ve kültürel açılardan bakıyor; ardından pratik bir dönüşüm planı öneriyor.
Plan değil kampanya
İyi yönetilen bir kulüp ile kötü yönetilen bir kulüp arasında somut bir ayrım vardır: Biri plan yapar, diğeri kampanya üretir. Plan, dış koşullar değiştiğinde bile omurgasını koruyan bir dizi kural ve önceliktir; kampanya ise kısa vadeli dikkat çekme çabasıdır. Plan, bir fikri kurumsallaştırır; kampanya, fikri şahıslara bağlar ve sonuç gelmediğinde o şahısları değiştirir.
Türkiye’de sezon öncesi kampanyaları, çoğu kulüpte planın yerini alıyor. Bu yüzden de rol yerine isim transfer ediliyor. Kadroya örneğin belirli tipte bir sekiz numara değil de “tanınmış oyuncu” ekleniyor. Takım mimarisi kısa vade odaklı kuruluyor. Teknik direktör ve oyuncuların sözleşmelerine “hemen etki” beklentisiyle büyük teşvikler yazılıyor, “tabela” odaklı performans primi ağırlık kazanıyor.
Kadro sirkülasyonu yönetilemiyor. Aynı yaz penceresinde hem omurga hem de yan parçalar aynı anda değişiyor, böylece soyunma odası hafızası kayboluyor.
Sonuç da doğal olarak bir sonraki yaz yine “yeniden başlamak” zorunda kalınması oluyor.
Karar zinciri kopukluğu
Kulüp içindeki karar zincirini dört halka olarak düşünebiliriz: Başkan/yönetim, icra kurulu (CEO/futbol direktörü), teknik ekip ve analitik-performans birimleri. Türkiye’de sorun, bu halkaların aynı hedefe kilitlenememesi. Başkan/yönetim “bu sezon tek hedefimiz şampiyonluk” gibi kampanya diliyle konuşurken; futbol direktörü kadroyu gençleştirmekten bahsediyor, teknik direktör üzerindeki aşırı beklentiler nedeniyle risk alamayan, muhafazakâr, donuk bir figüre dönüşüyor, analitik birim ise sadece rapor verip kenarda kalıyor.
Bu kopukluk, her değişimde kurumsal bilginin de değişmesi demek. Oysa iyi işleyen modellerde teknik direktörler gelir gider, ama oyun çerçevesi sabit kalır. Teknik direktör işte bu çerçevenin uygulayıcısıdır, daha doğrusu öyle olmalıdır, bizdeki gibi “kurtarıcı” değil.
Transferin psikolojisi: “Daha fazla” yanılsaması
Türkiye’de transfer, bir ihtiyaç yönetiminden çok bir duygu yönetimi aracına dönüşmüş durumda. Taraftarın güveni, çoğu zaman transfer sayısı ve isminin büyüklüğüyle ölçülüyor. Yönetimler de bu psikolojiye teslim oldukça, planlı az değişiklik yerine plansız çok değişiklik yapılıyor. “Daha fazla” hareket, “daha iyi” sonuç doğurmuyor; tam tersine, takımın koordine olma süresi uzuyor. Süre uzadıkça sabırsızlık artıyor, sabırsızlık arttıkça yeni değişiklikler tetikleniyor. Kısır döngü böyle kuruluyor.
Transferin bir işletme süreci olduğu unutuluyor: Profil tanımı, veri ve gözlem, sağlık ve performans risk analizi, bütçe dengesi, takım mimarisi, rol entegrasyonu… Bu zincir bozulduğunda, transferler bir şova dönüşüyor. Oysa iyi yönetilen kulüpler, transferi bir gösteri nesnesi olmaktan çıkarıp bir ihtiyaç listesi hâline getirir.
Taraftar ve iletişim: Bilinmeyene sabır yok
Taraftarların sık sık sabırsız olduğu söylenir. Aslında taraftar, belirsizliğe sabırsızdır. Kulüp, sezon başında neyin peşinde olduğunu net olarak anlatabiliyorsa; yenilgiler kıyamet gibi yaşanmaz, galibiyetler de göklere çıkarılmaz.
Türkiye’de pek çok kulüp ise planını saklıyor; çünkü hedefleri “gerçekçi” sunduğunda tepkiden çekiniyorlar. Oysa bu sakınma, güvensizliği büyütüyor. Şeffaflık, performansı kendiliğinden artırmaz belki; ama sabır talep etme hakkını üretir. Bu unutuluyor.
Medya ekonomisi: Reytingin yan etkisi
Futbol medyası da bu döngünün parçası. Spekülasyon, transfer haberleri, kriz dili her zaman dikkat çekiyor; buna karşın futbolun kendisine dair içerikler ise daha niş görünüyor.
Kulüpler, gündem yönetimini krizi beslemeden yapmayı başaramayınca, zaten kırılgan olan ortamı daha kırılgan hâle getiriyorlar. Bu, gazetecilikle kavga edilmesi gerektiği anlamına gelmiyor; tam tersine, kulübün kendi stratejisini anlatması, basın toplantılarında teknik-taktik içeriği artırması gerekiyor. Ama tartışmanın çerçevesini kulüp belirlemeyince, boşluğu spekülasyon dolduruyor.
Transfer takvimi: Pazar açık diye illa alışveriş yapılmaz
Transfer penceresinin Türkiye’de diğer liglere göre daha geç kapanması, bir fırsat gibi görünüyor. Fakat lig başladıktan sonra yapılan ana kadro hamleleri, antrenman periyotlamasını bozuyor, takım içi bütün roller, tüm düzen tekrar yazılıyor. Bu da sezonu, haziran ayında yaptığınız planı revize etmekle geçirmenize yol açıyor.
Denetim ve regülasyon
Genç oyuncu teşvikleri, harcama limitleri ve lisanslama kriterleri tek başına mucize değildir. Türkiye’de bütün futbol tasarımı baştan hatalı olduğu için, takımlar “kâğıt üzerinde genç” ama sahada sıfır dakika gören oyunculardan geçilmiyor, amaç şaşıyor. Regülasyonun işe yaraması için ölçüm ve yaptırım mekanizması kadar basitlik de önemlidir.
Kulüpler, sık değişen kuralları okumak yerine “kurnazlık” aramaya meylediyor. O yüzden bu konuda temel iki ilke gerekiyor: Öngörülebilirlik ve şeffaf puanlama. Kurallar orta vadede sabit kalmalı; kulüpler yatırımını ona göre planlamalı. Hangi aksiyonun hangi ödül/cezayı doğurduğu anlaşılır bir tabloda kamuya açık olmalı.
Sonuç: Başlangıcı değil devamı yönetmek
Türkiye’de futbol kulüplerinin en zorlandığı şey, başlangıç değil, devamı yönetmek. Başlangıç için her zaman enerji, dikkat ve kaynak bulunabilir; devam için ise disiplin, ölçüm ve sabır gerekir. Sabır, sonuçtan bağımsız kör bekleyiş değildir; planını kamuya açıklamış bir kulübün, o plan doğrultusunda attığı adımları izlemek ve makul süre tanımaktır. Kulübün bir planı varsa, bu plan taraftarın sabrının da zemini olur. Plan yoksa, sabır talebi bir retorikten ibaret kalır.
Vaat yönetimi, kısa süreli huzur sağlar; ama kulübü büyütmez. Kulübü büyüten, yılın on ikinci ayında “Bu sezon nereden nereye geldik?” sorusuna veriyle cevap verebilmektir. Fakat her yaz aynı sorular aynı tonla soruluyorsa ve bu sorulara gerçekçi bir cevap verilemiyorsa, sorun kişilerde değil, yöntemdedir. Yöntemi değiştirmek ise büyük laflardan çok küçük disiplinlerle başlar.
Bir kulüp bunları uygulamaya başlayabiliyorsa, yeni sezona “yeniden” değil, artı bir ile başlar. O artı bir, birikmeye başladığında, tesadüfler yerini tekrarlara; tekrarlar ise kültüre bırakır. Kültür oluştuğunda da gerisi gelir. Çünkü en nihayetinde başarı, nasıl başladığınızla değil, nasıl sürdürdüğünüzle ilgilidir.
www.evrensel.net