Ali Hacıibrahimoğlu
alihaciibrahimoglu.bsky.social
Ali Hacıibrahimoğlu
@alihaciibrahimoglu.bsky.social
Reposted by Ali Hacıibrahimoğlu
🗞️Asgari ücrette kuzu kurda emanet

Saray’ın örtülü IMF programı, asgari ücretten memur maaşına kadar tüm emek gelirlerini ulusal ve uluslararası sermayenin insafına terk etti. Sendikal bürokrasi asgari ücret görüşmeleri öncesi masadan kalkarak sessizliğe büründü. AKP Türkiye’sinin fotoğrafı ise bu…
November 30, 2025 at 8:33 PM
Reposted by Ali Hacıibrahimoğlu
'Bir öğün' güven, çalış

✒️ Mete Kaan Kaynar yazdı https://www.evrensel...
'Bir öğün' güven, çalış
Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi, o meşhur “Türk; Öğün, Çalış, Güven” vecizesiyle yurttaşına seslenirken, öğün emrini, karın doyurmak anlamında değil, bir yurttaşlık bilinciyle övünmek/iftihar etmek manasında kullanmıştı. Devlet, yurttaşını yücelterek, onunla gurur duyacağı eşit bir zemin inşa etme iddiasındaydı; yapabildi mi tartışılır, lakin niyet etti mi, etti. Oysa 2025 Türkiye’sinde tarihin o cilvesi, sınıfsal bir tokat gibi hâlâ yüzümüze çarpmaktadır: Bugünün iktidarı, yurttaşından hâlâ öğünmesini beklerken, o yurttaşın çocuğuna okulda tek bir öğün yemeği dahi layık görmemektedir. Kelime aynı, fakat bağlam, yurttaşlık onurundan hayatta kalma mücadelesine evrilmiştir. Sermayeye kepçeyle teşvik dağıtan elin, konu halkın çocuklarına gelince “kaynak yok” diyerek o tek öğünü esirgemesi, devletin kamusal niteliğini yitirdiğinin resmidir. Bu tavır, devletin yurttaşına karşı yükümlülüklerini sıfırlayan bir şirket mantığına teslim olduğunun en acı tezahürüdür. Siyasi iktidar, 2026 bütçesini “istikrar ve refah bütçesi” olarak takdim etmekte, bizzat Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın ifadesiyle; “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışıyla odağına insanı, istikrar ve refahı alan” bir bütçe hazırladığını öne sürmektedir[1]. Ne var ki, rakamların dili hamasetin dilinden çok daha dürüsttür. Veriler, bütçe tercihlerinin sermaye lehine olduğunu, devletin insan tanımının, okula aç giden milyonlarca çocuğu kapsamadığını; aksine bütçe tercihlerinin rantiye ve imtiyazlı sermaye grupları lehine kullanıldığını göstermektedir. Bu yazı, devletin “kaynak yok” retoriğini; bütçe verileri, vergi harcamaları ve çocuk yoksulluğu istatistikleri üzerinden tahlil ederek, ücretsiz okul yemeği talebinin iktisadi bir yük değil, reddedilen bir yurttaşlık eşiği olduğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır. Açlığın ve “gizli açlığın” gölgesinde maarif Türkiye eğitim sistemi, niceliksel olarak derslik sayılarıyla övünürken, niteliksel olarak tarihinin en derin buhranlarından biriyle yüzleşmektedir. Bu buhranın adı, çocukların fiziksel ve bilişsel varoluşunu tehdit eden “beslenme yetersizliği”dir. Cenk Saraçoğlu’nun isabetli tespitiyle, çocuklara her gün bir öğün yemek sunulması; “Büyüme eğrisinden bilişsel kapasiteye, benlik saygısından okul sürekliliğine uzanan bütün bir yaşam çizgisini etkileyen yapısal bir müdahaledir.”[2] Ancak bugün Türkiye’de her dört çocuktan biri okula aç gitmektedir.[3] OECD’nin 2024 tarihli raporuna göre, Türkiye’de 15 yaşındaki öğrencilerin durumu vahimdir. Bu tahribatın boyutlarını, aşağıdaki tablodaki veriler soğuk bir gerçeklikle yüzümüze çarpmaktadır: Tablo 1: Türkiye’de çocuk yoksulluğu ve beslenme yetersizliği göstergeleri GÖSTERGE VERİ / ORAN ETKİSİ VE ANLAMI Okula aç gidenler Her 4 çocuktan 1'i Dikkat dağınıklığı, düşük akademik başarı ve okul terki riski.[4] Gizli açlık (Demir eksikliği) %40'ın üzerinde Zihinsel gelişim geriliği, kronik yorgunluk; karnı doysa bile bedeni beslenemeyen bir nesil.[5] Yemek yiyememe sıklığı %20 (Haftada en az bir kez) Yoksulluk kaynaklı sosyal dışlanma ve aidiyet kaybı.[6] Maddi yoksunluk %33,8 Kolombiya'nın ardından OECD ülkeleri arasında en kötü ikinci oran.[7] Verilerin her biri, yalnızca akademik bir bulgu değil, eğitim hayatının bütününü şekillendiren yapısal bir soruna işaret etmektedir. Bu veriler ışığında bir öğün yemek; sadece bir sosyal yardım değil, okul devamsızlığını azaltan, okul terk oranlarını düşüren ve okulu çocuklar için güvenli bir liman haline getiren en etkili sosyal politika aracıdır. Benzer gelir düzeyindeki OECD ülkelerine bakıldığında Türkiye’nin bu göstergelerde alt sıralara sıkışması, sorunun yalnızca ekonomik değil, uzun yıllardır sürdürülen yapısal bir politika tercihi olduğunu da ortaya koymaktadır. Dilek Akansu’nun vurguladığı üzere; “Bir çocuk evdeki koşullar nedeniyle aç gelebilir ama okul onun doyabileceği yer olmalıdır.”[8] “Kaynak yok” efsanesi ve bütçedeki sınıfsal tercihler Hükümet yetkililerinin okul yemeği taleplerine karşı en sık kullandığı argüman, bütçe kısıtlarıdır. “Kaynak yok” söylemi, neoliberal sömürü düzeninin en kullanışlı aparatıdır. Bu yaklaşım, kamusal harcama tercihlerini teknik bir zorunluluk gibi sunarak siyasi sorumluluğu görünmezleştirir. Türkiye’de bütçe kısıtı söyleminin ekonomi yönetiminde merkezi bir araç haline gelişi özellikle 2001 sonrası mali disiplin rejimiyle kurumsallaşmış; sosyal politika bütçeleri bu tarihten itibaren giderek daralmıştır. Bu daralma, sosyal politikanın maliyet değil, toplumsal yatırım olarak görülmesi gerektiğini hatırlatan güncel tartışmalarla da ters düşmektedir. Oysa somut veriler, bu maliyetin devlet bütçesi içinde yönetilebilir, hatta cüz’i bir paya sahip olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla mesele, teknik bir imkansızlıktan çok, hangi kalemlerin önceliklendirildiğine ilişkin siyasal bir tercihe işaret etmektedir. Bianet’in haberleştirdiği verilere göre, 2024-2025 eğitim döneminde tüm kademelerdeki öğrencilere ücretsiz bir öğün yemek sağlanmasının maliyeti, “Bakanlık bütçesinin yalnızca yüzde 13’üne denk gelmektedir.”[9] Merkezi yönetim bütçesi açısından bakıldığında ise bu oran sadece yüzde 1,5 civarındadır. Bu ölçek, uluslararası karşılaştırmalarla da uyumludur; birçok ülkede benzer programlar bütçenin çok sınırlı bir oranıyla sürdürülebilmektedir. Peki, kaynaklar nereye akmaktadır? Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın 2026 Yılı Bütçe Sunuşu’ndaki rakamlar, tercihin halktan değil, sermaye ve faizden yana kullanıldığını kanıtlamaktadır. Aşağıdaki tablo, devletin öncelik sıralamasını çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır: Tablo 2: 2026 bütçesinde tercihler: Faiz ve sermaye vs. çocuklar BÜTÇE KALEMİ TUTAR (2026 TAHMİNİ) AÇIKLAMA / KARŞILAŞTIRMA Faiz giderleri 2 trilyon 742 milyar TL Çocuk beslenme maliyetinin yaklaşık 10 katı.[10] Tarımsal destekleme 168 milyar TL Çiftçiye ayrılan pay, faiz giderinin %6'sı bile değil.[11] Yatırım teşvikleri 50 milyar TL (Sadece nakdi) Bir önceki yıla göre %58 artışla sermayeye doğrudan aktarım.[12] Okul yemeği ihtiyacı 252,7 milyar TL (Tahmini) Bütçenin sadece %1,5'i. İktidarın "kaynak yok" dediği kalem. Faize ayrılan 2,7 trilyon TL ile Türkiye'deki tüm çocuklara yıllarca en kaliteli yemek hizmeti sunulabilir, tüm okullara temiz su arıtma sistemleri kurulabilir ve okulların fizikî altyapısı yenilenebilirdi. Ancak bütçe sunuşunda Yılmaz’ın, “Yatırım, istihdam, üretim ve ihracat odağımızla özel sektör önceliğinde büyüme stratejimizi sürdürüyoruz”[13] ifadesi, tercihin kimden yana kullanıldığını açıkça ilan etmektedir. Sermayeden toplanmayan her kuruş vergi, bütçede açık olarak karşımıza çıkmakta ve bu açık, yüksek faizli borçlanma ile finanse edilmektedir; yani çocuklarımızın rızkı, dolaylı yoldan sermayenin vergi affını finanse eden faiz lobilerine aktarılmaktadır. Sermayeye ‘cennet’, çocuğa ‘tasarruf’: Vergi istisnaları Devletin “kaynak yok” söylemini çürüten en çarpıcı veri seti, belirli sermaye gruplarına sağlanan vergi muafiyetleridir. Ticaret Bakanlığı verileri ve soru önergelerine verilen yanıtlar, kamuoyunda Beşli Çete olarak maruf holdinglere sağlanan ayrıcalıkları doğrulamaktadır. Doğruluk Payı’nın raporuna göre, 2010-2020 yılları arasında bu şirketlere sağlanan Vergi Resim Harç İstisnası Belgesi (VRHİB) sayıları şöyledir: Tablo 3: Büyük sermaye gruplarına sağlanan vergi muafiyet sayıları (2010-2020) ŞİRKET / HOLDİNG VERGİ MUAFİYETİ SAYISI İMTİYAZ TÜRÜ Kolin İnşaat 36 kez VRHİB (Tam muafiyet)[14] Cengiz İnşaat 30 kez VRHİB (Tam muafiyet)[15] Makyol İnşaat 24 kez VRHİB (Tam muafiyet)[16] Kalyon Holding 19 kez Gümrük vergisi & KDV istisnası Limak İnşaat 19 kez VRHİB (Tam muafiyet) Bu şirketlere, “döviz kazandırıcı faaliyet” iddiasıyla sayısız muafiyet bahşedilmiştir. Bu on yıllık bilanço, istisnai bir dönemi değil, sermaye ile devlet arasındaki yapısallaşmış ilişkiyi temsil etmektedir; nitekim 2020 sonrası verilen proje bazlı süper teşvikler, bu ayrıcalıkların şekil değiştirerek ama artarak devam ettiğini kanıtlamaktadır. 2020 sonrasında da bu şirketler, proje bazlı olarak gümrük vergisi muafiyeti ve KDV istisnaları almaya devam etmişlerdir. Örneğin, Cengiz Holding’e 2023 yılında Konya’daki projesi için, Kalyon Holding’e ise 2022 yılında elektrikli araç yatırımı için ciddi vergi avantajları sunulmuştur.[17] Sermayenin vergisinden vazgeçen, şirketlerin borçlarını yapılandıran veya silen bir maliye politikasının; konu çocukların bir kase çorbasına geldiğinde maliyet hesabı yapması, Cenk Saraçoğlu’nun tabiriyle; “Şirket rasyonalitesinin devletin rasyonalitesi haline dönüşmesi”nden başka bir şey değildir.[18] Bu durum, devletin, yurttaşı müşteri olarak bile görmediği, yalnızca üretmesi beklenen biyolojik bir varlık olarak kodladığı bir sürece işaret etmektedir. İdeolojik dönüşüm ve tarihsel geri çekiliş Türkiye’de beslenme hakkı, tarihsel süreçte kamusal bir yükümlülükten, siyasi iktidarların lütfuna kalan bir yardım mekanizmasına dönüşmüştür. 1940’larda Köy Enstitüleri ile eğitim, üretim ve beslenmenin bütünleşik bir hak olarak kurgulandığı model, 1950’lerden itibaren yerini ABD kaynaklı (PL-480) süt tozu yardımlarına bırakmıştır.[19] Yakın tarihte ise bu alandaki politikaların ne kadar kırılgan olduğu bir kez daha görülmüştür. 2022-2023 eğitim yılının ikinci döneminde okul öncesi öğrencilerine verilen ücretsiz yemek uygulaması, sadece altı ay sürmüş ve Eylül 2023’te sessizce geri çekilerek yalnızca deprem bölgesiyle sınırlandırılmıştır.[20] Bu geri adım, devletin çocuk beslenmesini sürekli ve devredilemez bir hak olarak değil; bütçe elverdiğinde verilen, sıkışıldığında ise ilk vazgeçilen bir ikram olarak gördüğünü kanıtlamaktadır. Saraçoğlu’nun vurguladığı üzere, devlet okullarının bakımsız ve aç bırakılması, özel okulların sunduğu yemek ve temizlik hizmetlerini bir ayrıcalık ve pazarlama unsuru haline getirmektedir. Devlet okullarında yemek verilmesi, özel okulların meta değerini düşüreceği için iktidar bu adımı atmaktan imtina etmektedir: “Devlet okullarında bir öğün yemek sağlandığında, özel okulda sunulan eğitim hizmetinin bir meta olarak değeri düşer. Bu, yalnızca eğitim piyasasını (!) değil, kamusal olanın mümkün olmadığı fikrini toplumsal bilinçte diri tutan ideolojik düzeni de sarsma potansiyeline sahiptir.”[21] Geleceği inşa etmek Özetle, devletin bütçe tercihleri teknik bir hesaplama değil, politiktir; bu haliyle de sınıfsal bir karardır. Cengiz, Kolin, Makyol gibi holdinglere onlarca kez vergi muafiyeti sağlayan, faiz lobilerine trilyonlar aktaran bir bütçe yapısı içinde; çocuklara bir kap sıcak yemek ve temiz su için “kaynak yok” denilmesi, tercihin halktan değil sermayeden yana kullanıldığının itirafıdır. Bir öğün yemek; lüks, şatafat veya israf değildir. Çocukların sağlıklı gelişimi, akademik başarısı ve hepsinden önemlisi bu ülkenin eşit yurttaşı olduklarını hissetmeleri için ertelenemez bir zorunluluktur. Bugün çocukların çantasına bir parça ekmek koyamayan ailelerin çaresizliği, “istikrar ve refah bütçesi” iddialarının gölgesinde büyüyen devasa bir hak ihlalidir. Sulukule Gönüllüleri Derneği Koordinatörü Işıl Seray Gençer’in dediği gibi; “Mesele bütçe değil, bunu bir hak olarak görüp görmemek” meselesidir.[22] Gelecek nesillere, o eski Cumhuriyet şiarındaki gibi “Öğün, Güven, Çalış” diyebilmek için; önce devletin o çocukların öğününü vermesi, karınlarını doyurarak onlara güven aşılaması gerekmektedir. Zira aç, gizli açlıkla boğuşan ve kendini değersiz hisseden bir çocuğun ne devlete güvenecek inancı ne de çalışacak takati kalır. Bu nedenle bir öğün sıcak yemek meselesi, siyasal tercihlerin ötesinde, sosyal devlet pratiğinin en düşük ortak paydasını oluşturan bir yurttaşlık eşiği olarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle ücretsiz okul yemeği, maliyetinden çok daha geniş bir toplumsal etki yaratan, yüksek getirili bir kamusal yatırımdır. Sonuç: Bir öğün yemek, sınıfsal bir tercihtir Sonuç olarak; ortada bir kaynak sorunu değil, kaynağın kimden yana kullanılacağına dair sınıfsal bir tercih vardır. İktidarın bütçe cetvelleri, sermayeye aktarılan servetin, halkın çocuklarının kursağından çalındığını belgeleyen bir suç mahallidir. Beşli Çete’nin vergi borcunu tek kalemde silen iradenin, sıra çocuğun beslenme çantasına geldiğinde maliyet hesabı yapması, neoliberal vahşetin en yalın özetidir. Cumhuriyet’in “Öğün, Çalış, Güven” şiarı, bugün çocuklarımız için geçerliliğini yitirmiştir. Çünkü aç çocuk çalışamaz, içinde yaşadığı topluma ve devlete güvenemez ve bu tabloyla kimse öğünemez. Bir öğün ücretsiz yemek talebi; basit bir sosyal yardım isteği değil, sermayenin tahakkümüne karşı kamusal bir hakkın, yani geleceğin savunulmasıdır. Çocuğun önüne konacak o bir tabak yemek, imtiyazlı azınlığın sofrasından alınıp halka geri verilmesi gereken gasbedilmiş bir haktır. Dayanışmayla, dostça ve hoşça kalın… Dipnotlar: ^ T.C. Cumhurbaşkanı Yardımcılığı, 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ve 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi Sunuş Konuşması, 23 Ekim 2025, s. 70. ^ Cenk Saraçoğlu, "Okullarda Bir Öğün Yemek: Yurttaşlık Eşiği", Ayrım, 22 Kasım 2025, s. 1. ^ Nalin Öztekin, "Tüm öğrencilere bir öğün yemek vermenin maliyeti MEB bütçesinin yüzde 13'ü", Bianet, 4 Kasım 2025, s. 6. ^ Nalin Öztekin, a.g.e., s. 6. ^ Dilek Akansu, "Çocukların Aç Kaldığı Bir Ülke ve Bir Hak Olarak Ücretsiz Okul Yemeği", Ayrım, 19 Kasım 2025, s. 2. ^ Nalin Öztekin, a.g.e., s. 6. ^ Nalin Öztekin, a.g.e., s. 7. ^ Dilek Akansu, a.g.e., s. 1. ^ Nalin Öztekin, a.g.e., s. 7. ^ T.C. Cumhurbaşkanı Yardımcılığı, a.g.e., s. 40. ^ T.C. Cumhurbaşkanı Yardımcılığı, a.g.e., s. 52. ^ T.C. Cumhurbaşkanı Yardımcılığı, a.g.e., s. 61. ^ T.C. Cumhurbaşkanı Yardımcılığı, a.g.e., s. 60. ^ "Cengiz, Kolin, Makyol, Kalyon ve Limak Holding'e Verilen Vergi Muafiyeti İddiaları Doğru mu?", Doğruluk Payı, 16 Temmuz 2024, s. 3. ^ A.g.e., s. 3. ^ A.g.e., s. 3. ^ A.g.e., s. 3 ^ Cenk Saraçoğlu, a.g.e., s. 2. ^ Dilek Akansu, "Okul Yemeği ve Beslenme Hakkının Türkiye Yolculuğu", Ayrım, 28 Kasım 2025, s. 2. ^ Dilek Akansu, a.g.e., s. 2. ^ Cenk Saraçoğlu, a.g.e., s. 3. ^ Nalin Öztekin, a.g.e., s. 7.
www.evrensel.net
November 30, 2025 at 9:16 PM
Reposted by Ali Hacıibrahimoğlu
Maltepe Belediyesi işçileri ikramiye ve sosyal hakları için iş bıraktı

Maltepe Belediyesi işçileri, ödenmeyen ikramiye ve öğrenim yardımları için İş Kanunu’nun 34. maddesini kullanarak iş… https://www.evrensel...
Maltepe Belediyesi işçileri ikramiye ve sosyal hakları için iş bıraktı
İstanbul — DİSK/Genel-İş İstanbul Anadolu Yakası 2 No’lu Şube üyesi Maltepe Belediyesi işçileri, ikramiye ve öğrenim yardımları nedeniyle iş bıraktı. İşçiler, İş Kanunu’nun 34. maddesinden doğan “çalışmaktan kaçınma hakkını” kullanarak sabah iş yerlerine ve şantiyelere geldikleri halde işbaşı yapmadı. Temizlik İşleri Müdürlüğü şantiyesinde bir araya gelen işçiler, “Toplu sözleşmede yazan hakkımızı istiyoruz” diyerek belediye yönetimine tepki gösterdi. “TİS açıkça ihlal edildi” İşçilerin örgütlü olduğu Genel-İş İstanbul Anadolu Yakası 2 No’lu Şube yönetimi, Maltepe Belediyesi iştiraki MATAŞ A.Ş. ile yürürlükte olan toplu iş sözleşmesinin hem 37. hem 44. maddesinin açık biçimde ihlal edildiğini belirtti. TİS’e göre Ekim ayında ödenmesi gereken öğrenim yardımları ile Kasım ayında ödenmesi gereken ikramiyeler hâlâ yatırılmadı. “Toplu iş sözleşmeleri işveren açısından bağlayıcıdır. Tarafların yükümlülüklerini süresinde ve eksiksiz yerine getirmesi yasal bir zorunluluktur” diyen sendika, yapılan tüm hatırlatmalara rağmen belediyenin herhangi bir adım atmadığını belirtti. Açıklamada, “Bu ödemelerin yapılmaması, işçilerimizin ekonomik ve sosyal haklarında ciddi kayıplara yol açmıştır” denildi. “34. madde, 76. madde, 6331… İşçiler yasal hakkını kullanıyor” Sendika, işçilerin hukuki dayanaklarına da dikkat çekti: 4857 Sayılı İş Kanunu madde 34: Ücretin zamanında ödenmemesi halinde işçiye çalışmaktan kaçınma hakkı tanır. Toplu iş sözleşmesi Madde 76: Ücret ve sosyal hakların ödenmemesi halinde işçilerin iş durdurma hakkını düzenler. 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu Madde 13: İşçinin ciddi ve yakın tehlike durumunda çalışmaktan kaçınma hakkını güvence altına alır. Bu maddelere dayanarak işçilerin bugün itibarıyla iş durdurduğu belirtilen açıklamada, “Söz konusu uygulamanın tüm hukuki sorumluluğu yükümlülüklerini yerine getirmeyen işverene aittir” denildi. “Kasım ayı için tarih bile veremediler” İşçiler, ikramiyelerle ilgili iki aydır yapılan görüşmelerde belediyenin her defasında oyalayıcı tutum aldığını belirtiyor. Sendikanın açıklamasına göre, son görüşmede belediye yönetimi bırakın ödemeyi, bir takvim bile sunamadı: “Kasım ayı ikramiyelerimizin ödenmesi için 2 aydır hem genel merkez hem şube düzeyinde görüşmeler yürüttük. Ancak bugün geldiğimiz noktada belediye idaresi tarafımıza net bir tarih dahi veremedi. Üstelik kendilerine 30 Kasım’a kadar ödeme yapılmaması durumunda yasal işten kaçınma hakkımızı kullanacağımızı iletmiştik.” Bu yanıt karşısında işçiler, 1 Aralık Pazartesi günü iş durdurma kararını uygulamaya koydu. Şantiyede buluştular: Hakkımızı almak için buradayız Sabah saat 05.00'te Temizlik İşleri Müdürlüğü şantiyesinde işçilerin toplanmasıyla başlayan iş durdurmaya, tüm belediye dış birimleri katıldı. “Haklarımızı bekleyerek, kenardan izleyerek değil; mücadele ederek alacağız” diyen işçiler, tüm çalışma arkadaşlarını şantiyedeki buluşmaya çağırdı. Sendika açıklaması şöyle devam etti: “Bekleyerek, kenardan izleyerek, mücadeleden kaçınarak hiçbir hak elde edilemez. Hakkına sahip çıkan tüm çalışma arkadaşlarımızı şantiyeye davet ediyoruz. Hakkımızı aramak için üzerimize düşeni dayanışma içinde sürdüreceğiz.” “Ödemeler yapılmazsa mücadele sürecek” Sendika, Maltepe Belediyesi’nin sorumluluklarını yerine getirmemesi halinde hukuki ve fiili mücadeleyi büyüteceklerini belirtti. İşçilerin talebi net: TİS’te yazılı hakların eksiksiz, zamanında ve koşulsuz olarak ödenmesi.
www.evrensel.net
December 1, 2025 at 11:41 AM
November 21, 2025 at 8:26 AM
Reposted by Ali Hacıibrahimoğlu
✏️Sefer Selvi çizdi

AKP’nin 2023 seçimlerinde geliri olmayan hanelere vermeyi vadettiği asgari ücret düzeyinde ‘Vatandaşlık maaşı’ yine gündemde
November 20, 2025 at 8:54 PM
Reposted by Ali Hacıibrahimoğlu
Sahte e-imza ile üniversite diploması yapanlar, sahte kimlik ve ehliyet de yapmışlar | SeferSelvi'nin karikatürü
August 5, 2025 at 8:48 PM
Reposted by Ali Hacıibrahimoğlu
🗞 İşçiye kumpas

Sefalet sözleşmesine imza atan Türk-İş ve Hak-İş’in bu süreçte kurduğu bir büyük kumpas da ortaya çıktı. Sendika bürokratları iktidara; işçilerin bir dahaki sözleşmeye kadar ek haklar talep etmeyeceği sözünü vermiş

Evrensel yarın Genç Hayat ile bayilerde
August 5, 2025 at 9:15 PM
June 20, 2025 at 8:14 AM
Sema Barbaros' a özgürlük
Siyasi tutsaklara özgürlük
May 27, 2025 at 2:58 PM
Reposted by Ali Hacıibrahimoğlu
May 10, 2025 at 8:37 PM
Reposted by Ali Hacıibrahimoğlu
Bugün, Eğrek’in kanı, Şişli’nin kaldırımlarında kuruyor. Aslında Eğrek’in katli, işçi sınıfının örgütsüzlüğünün bedelidir. Örgütlenmezsek, hepimiz birer Erol Eğrek’iz...

Fırat Turgut yazdı https://www.evrensel...
Örgütlenmezsek, hepimiz birer Erol Eğrek’iz
Fırat Turgut [email protected] İstanbul’un göbeği sayılabilecek Şişli’de, bir adam son nefesini verdi. Erol Eğrek, 48 yıllık hayatının son on yılını, patronların cebine attığı tazminatının peşinde koşarak geçirdi. Hayatının son gününde, aslında elinde bir silah değil, sadece haksızlığa uğramış bir işçinin çığlığı vardı. Ama işçinin bu çığlığı sermayenin tasmalıları tarafından boğuldu. Bu olay, bir işçinin onurlu yaşam arayışının, sermaye sınıfının kibirli tahakkümü altında nasıl canice sona erdirildiğini gösterdi. Kapitalist düzen, bireylerin yaşamlarını kontrol etmekle kalmaz; onların umutlarını ve özlemlerini de acımasızca çalar. Erol Eğrek, Çalık’ın Türkmenistan’daki fabrikasında on yıl çalıştı. Ama patronlar, onun alın terini bir kâğıt parçasına indirgediler: “Tazminat.” Sonra o kâğıdı bile çöp kovasına attılar. Eğrek, mahkemeleri kazandı, ama adalet sermayenin kasasına kilitlenmişti. Ve sonunda, o koca holdingin önünde, bir avuç korumanın yumrukları altında can verdi. Bu, tesadüf değil, sistemin işleyişinin ta kendisiydi. Erol Eğrek’in henüz kanı kurumadan, kimileri tarafından sosyal medya paylaşımları hatırlatılıyor, hem de neredeyse suçlanarak: “Çalık’a sövüyor, CHP’ye sövüyor ama AKP’yi destekliyor. Çalık neye güvenerek tazminatımın üstüne yatabiliyor dememiş, bu şirket neden AKP Genel Merkezinin dibinde dememiş...” Erol Eğrek’in, memleketin en büyük sermayesine karşı mücadele ederken, sermayenin iktidarından taraf bir tutum sergilemesi, kapitalizmin henüz sınıf haline gelememiş tek tek işçiler üzerindeki ideolojik etkisini yansıtır. Kapitalistler, işçileri kendi çıkarlarına uygun bir bilinçle yönlendirir. Kapitalizm, sömürüsüyle yalnızca işçinin ürettiği artı değere el koymaz, aynı zamanda onun bilinç düzeyini de kontrol eder. Eğrek için de bu geçerliydi. Emeğinin sömürüsü karşısında ölümü göze alabilecek kadar öfkeliydi; ancak bu öfke, sistemin köklerine değil, yüzeyine yöneldi. Bir işçi kendisini sömüren düzenin sürdürücüsü olan siyasete inanmış, o düzenin adamları tarafından öldürülmüştü. Sermaye, yalnızca fabrikalarda değil, zihinlerde de sömürür. Eğrek, belki de ölene kadar, düşmanını dost sanmaya devam etti. Erol Eğrek’in hikayesi, yalnızca fiziksel bir ölümle değil, aynı zamanda manevi bir çöküşle de ilgilidir. Kapitalizmin bireyler üzerinde yarattığı psikolojik baskı, onları bir yandan emeğin sömürüsüne, diğer yandan ideolojik bir teslimiyete zorlar. Eğrek’in sisteme yönelik çelişkili tavrı, bu psikolojik tahribatın bir sonucudur. Kapitalizm, bireyi yalnızca fiziksel anlamda değil, aynı zamanda ruhsal anlamda da öldürür. Eğrek’in adalet arayışı sırasında yaşadığı umutsuzluk ve sonunda gelen trajik ölüm, sistemin bireye uyguladığı çok yönlü baskıyı açıkça ortaya koyar. Eğrek’in yaşadığı çelişkiler, aynı zamanda toplumun bireyi kıskaç altına alma biçiminin de bir örneği, toplumun belirli kesimlerinin çelişkisi... Toplumun belirli kesimleri bir yandan bu cinayet üzerinden Çalık Holding şahsında kapitalistlere lanet okurken, diğer yandan işçiyi bu düzenin kurbanı olduğunda yalnız bırakır, hatta hedef gösterir. Eğrek öldürüldükten sonra, sosyal medyada başlayan ‘kısmi’ linç kampanyası tam da buraya oturuyor. Bu sistemde mekanizma da böyle işler zaten: “Suçlu ölenin kendisidir.” Bu tutum, Eğrek’in sistemin yüzeyine yönelen öfkesine ne kadar da benziyor! Bugün, Eğrek’in kanı, Şişli’nin kaldırımlarında kuruyor. Ama onun hikayesi, işçi sınıfına bir uyarı olmalı. Aslında Eğrek’in katli, işçi sınıfının örgütsüzlüğünün bedelidir. Örgütlenmezsek, hepimiz birer Erol Eğrek’iz...
www.evrensel.net
May 10, 2025 at 4:24 PM
Yaygın, güçlü , birleşik 1 Mayıs için alanlardayız.
#Yaşasın1Mayıs
April 28, 2025 at 3:58 PM
Deprem toplanma alanlarını imara açanlar, İstanbul' u beton yığınına çevirenler halkımızı ölümle yüz yüze getiriyor. Deprem bir kez daha gösterdi ki Kanal İstanbul denen işgal ve rant projesi derhal iptal edilmelidir.
#KanalİstanbulaDeğilDepremeBütçe
April 23, 2025 at 2:34 PM
Reposted by Ali Hacıibrahimoğlu
AKP İsrail’in protesto edilmesine izin vermiyor. Protesto etmek isteyenlerin karşısına polis barikati dizildi
Video: @onurdalar10
April 19, 2025 at 4:09 PM
April 17, 2025 at 6:28 PM
Reposted by Ali Hacıibrahimoğlu
1 Mayıs’a giderken

"İktidarın yarattığı korku ikliminin dağılmaya başladığı böylesine önemli bir dönemde 1 Mayıs emeğin yeniden ayağa kalktığı, umudun büyütüldüğü yeni bir mücadele döneminin görkemli bir başlangıcı olmalıdır."

✒️ Erkan… https://www.evrensel...
1 Mayıs’a giderken
Türkiye işçi sınıfı, 1 Mayıs 2025’e büyük bir tarihsel sorumlulukla giriyor. Emekçiler yalnızca ekonomik krizle değil, aynı zamanda iktidarın uyguladığı sınıfsal saldırı politikalarıyla karşı karşıya. Erdoğan-Şimşek ikilisinin yürüttüğü neoliberal kemer sıkma programı, son bir yılda milyonlarca işçinin sofrasındaki ekmeği küçültürken, temel yaşam hakkı olan barınma, beslenme, sağlık ve eğitim bile emekçiler için lüks haline geldi. Ücretlerin baskılandığı, sendikal hakların yok sayıldığı, grevlerin yasaklandığı bir düzende, 1 Mayıs sadece bir kutlama değil, iktidarın ve sermayenin siyasal ve ekonomik saldırılarına karşı bir kitlesel itiraz ve mücadele günü olarak tarihsel işlevini yeniden kazanıyor. 2025’e girerken işçi sınıfı bu karanlığı sessizlikle karşılamadı. Türkiye’nin dört bir yanında işçi direnişleri, grevler ve eylemler yaşandı. Metal ve tekstil başta olmak üzere farklı iş kollarından işçiler, sağlık ve eğitim emekçileri başta olmak üzere kamu emekçilerinin farklı kesimleri düşük ücret politikalarına, güvencesizliğe, hak kayıplarına, çalışma koşullarındaki kötüleşmeye karşı seslerini yükseltiler. Son olarak 19 Mart operasyonları sonrasında üniversitelerden, proje okullarında yaşanan sürgünlerle birlikte liselerden gençlerin kitlesel eylemleri ülke gündemini belirledi. Başta işçi sınıfı mücadelesi olmak üzere, farklı alanlardan yükselen kitlesel itirazların 1 Mayıs’ta alanlarda birleşmesi, hak arama mücadelesinin geleceği açısından ayrı bir önem taşıyor. Türkiye, son yıllarda sendikal örgütlenmenin fiilen engellendiği, grev yasaklarının olağanlaştığı bir ülke haline geldi. Son yıllarda başlatılan neredeyse her grev “milli güvenlik” ya da “kamu sağlığı” gerekçesiyle yasaklandı. Grev hakkı olmayan bir ülkede toplu pazarlık bir anlam ifade etmez. Dahası, sendikal barajlar bugün işçilerin örgütlenme hakkını fiilen ortadan kaldıran bir işlev görüyor. Uzun yıllardır işçi örgütlenmelerinin önünde bir duvar gibi yükselen antidemokratik baraj sistemiyle, işçilerin büyük kısmı fiilen toplu sözleşme hakkından mahrum bırakılıyor. Bu nedenle “barajsız sendika, yasaksız grev ve güvenceli iş” talebi, 1 Mayıs ve sonrasında yürütülecek mücadele açısından sadece bir slogan değil, işçi sınıfının öncelikli talebi olarak yer almak zorunda. Bu yıl 1 Mayıs’a katılmak, sefalet ücretlerine, güvencesizliğe, sendikasızlığa, seçme ve seçilme hakkı başta olmak üzere hak gasplarına ve iktidarın siyasal baskılarına karşı bir direniş iradesi ortaya koymak anlamına gelecek. 1 Mayıs’ta ülkenin her yerinde ekonomik ve siyasal taleplerle alanlara çıkmak, sermayeye ve onun sözcüsü iktidara örgütlü emeğin tarihsel gücünü yeniden hatırlatmak, ekonomik-siyasal karakterli saldırılar artarken meydanın boş olmadığını göstermek gerekiyor. İktidarın yarattığı korku ikliminin dağılmaya başladığı böylesine önemli bir dönemde 1 Mayıs emeğin yeniden ayağa kalktığı, umudun büyütüldüğü yeni bir mücadele döneminin görkemli bir başlangıcı olmalıdır. Bunun için sendikalar ve emek örgütleri başta olmak üzere, her kesimin 1 Mayıs’ın kitlesel, yaygın ve güçlü olması için çalışması gerekiyor. İşçi sınıfının evrensel anlamda birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs, ilk kutlandığı 1890 yılından bu yana işçi sınıfı tarihinin en önemli ve en özel günü olmayı sürdürüyor. Bu nedenle bu 1 Mayıs, takvimde sırası geldiği için değil; işçi ve emekçilerin en geniş kesimlerinin ortak talepler etrafında birleşmesi ve sürekli şikayet edilen bu düzeni değiştirmek için ileriye doğru atılacak bir adım olarak görülmesi önemli.
www.evrensel.net
April 17, 2025 at 5:36 AM
Reposted by Ali Hacıibrahimoğlu
Bu 1 Mayıs’ta birlik zamanı

"Son aylarda yaşanan siyasal gelişmeler, tek adam rejiminin baskıları ve ekonomik politikaları karşısında yalnızca ekonomik taleplerle sınırlı bir mücadelenin yetersiz olduğunu açıkça gösteriyor"

✒️… https://www.evrensel...
Bu 1 Mayıs’ta birlik zamanı
Feodal toplumun içinde kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi, işçi sınıfının doğuşunu beraberinde getirdi. İşçiler başlangıçta rekabet ederek ücretlerini artırmaya çalıştı ancak rekabetin artışı yoksulluğu derinleştirdi. Sanayi Devrimi’yle birlikte kırsaldan kente göç eden işçiler, sağlıksız koşullarda yaşamaya mahkum edildi. Makineli üretim, toplumsal yaşamı fabrikaların etrafında şekillendirdi. Bu süreçte işçi sınıfı, kendine özgü bir kültür ve sınıf bilinci geliştirdi. Marx ve Engels, işçi sınıfını, yaşamlarını sürdürebilmek için emeklerini satan emekçiler olarak tanımladı. Sanayi Devrimi’yle birlikte çalışma süreleri uzadı, kadınlar ve çocuklar düşük ücretlerle çalışmaya zorlandı. Çocuklar çok genç yaşta fabrikalarda çalıştırıldı ve bu durum sağlık sorunlarına ve düşük yaşam sürelerine yol açtı. 1 Mayıs, işçilerin sekiz saatlik iş günü talebiyle başlayan mücadelelerinden doğdu. İlk olarak Avustralya’da 1856’da ortaya çıkan bu talep, Avrupa ve ABD’de yankı buldu. 1886’da ABD’deki işçiler, “Sekiz saat çalışma, sekiz saat dinlenme, sekiz saat canımız ne isterse” sloganıyla kitlesel grevler düzenledi. Chicago’daki Haymarket olayında, polisle çatışmalar yaşandı ve işçi önderleri idam edildi. Haymarket komplosu, işçi hareketini bastırma girişimiydi. 1 Mayıs, 1889’da İkinci Enternasyonal tarafından İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kabul edildi. 8 saatlik iş günü hakkı, ancak 1917’deki Ekim Devrimi sonrası yasal olarak tanındı. İşçi sınıfı bu hakkın uygulanması için uzun süre mücadele etti. 1 Mayıs, işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesinin ve dayanışmasının önemli bir simgesi haline geldi. İşçiler baskılara rağmen 1 Mayıslarda eylem yaptı Türkiye’de 1 Mayıs ilk kez 1905’te İzmir’de kutlandı. 1909’da Selanik ve Üsküp’te düzenlenen kitlesel yürüyüşlerde işçiler ortak talepler dile getirdi. İstanbul’da 1920’de işgal yönetiminin baskısına rağmen işçiler bağımsızlık talebiyle yürüdü. 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu ile gösteriler yasaklandı ve 1935’te 1 Mayıs “bahar ve çiçek bayramı” ilan edildi. 1976’da Taksim’de büyük katılımlı kutlamalar düzenlenirken, 1977’de kanlı 1 Mayıs’ta yaşanan saldırılar 34 işçinin ölümüne yol açtı. 1980 askeri darbesi sonrası 1 Mayıs kutlamaları yasaklandı ancak işçi hareketi baskılara rağmen eylemlerini sürdürdü. 2009’da 1 Mayıs, resmi tatil ilan edildi. Sonraki yıllarda ekonomik ve siyasi krizlerle birlikte 1 Mayıs, İşçi Sınıfının Mücadele ve Dayanışma Günü, önemini korumaya devam etti. Dünya ve Türkiye tarihinde, 1 Mayıs, işçi sınıfının sömürüye karşı birlik ve dayanışmasının en güçlü sembolü olarak varlığını sürdürdü. 2025 1 Mayıs’ına giderken Türkiye’nin mevcut ekonomik ve toplumsal yapısı, nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçileri ve yoksulları korumak bir yana, sürekli olarak yeni yoksullar üreten karakteriyle dikkat çekiyor. Ücret gelirine bağımlı geniş halk kesimleri, iktidarın sürüklediği ekonomik çöküşün ağır sonuçlarını her geçen yıl daha fazla hissediyor. 1 Mayıs 2025’e, geçmiş yıllardan farklı bir siyasal ve ekonomik atmosferde giriyoruz. Bir yandan hayat pahalılığı ve derinleşen ekonomik sorunlar yaşamı dayanılmaz hale getirirken, diğer yandan iktidarın muhalefete, gençlere ve emek-demokrasi güçlerine yönelik baskıcı uygulamaları belirginleşiyor. Demokratik hak arayışlarının suç gibi gösterilmeye çalışılması, sendika yöneticilerinin ev hapsi ile cezalandırılması, barışçıl gösterilerin yasaklanması ve hukuksuz tutuklamalar, Türkiye’yi açık bir otoriter rejime doğru sürüklüyor. Toplumsal yaşamın bütün alanları iktidarın baskıcı ve otoriter uygulamaları ile kuşatılırken, halkın insanca yaşam hakkı, çocukların ve gençlerin eğitim hakkı önündeki engeller artıyor. Ortak 1 Mayıslar için zemin müsait Ülkedeki tek adam rejimi, halkın iradesini yok sayarak, demokratik hak ve özgürlükleri, emekçilerin kazanımlarını doğrudan hedef alıyor. Bu nedenle 1 Mayıs 2025, iktidarın baskı ve operasyonlarının, kayyım politikalarının, gençlere ve muhalif kesimlere yönelik gözaltı ve tutuklamaların gölgesinde gerçekleşecek. 19 Mart’ta başlayan ve başta seçme ve seçilme hakkı olmak üzere temel demokratik hakları hedef alan operasyonlara karşı, toplumun farklı kesimlerinden -özellikle üniversite öğrencilerinden- 1 Mayıs’a kitlesel katılım bekleniyor. Uzun bir aradan sonra, bu yıl ilk kez işçi sınıfının talepleriyle gençliğin ve toplumun diğer kesimlerinin taleplerinin ortaklaştığı bir 1 Mayıs yaşanabilir. Yıllardır emekçilerin payını azaltan, yoksuldan alıp zengine veren, ülke kaynaklarını sermayeye aktaran ve esnek, güvencesiz çalışmayı yaygınlaştıran sömürü düzeni, acımasızca işlemeye devam ediyor. Bu nedenle, insanca yaşam ve çalışma koşulları için mücadele eden emekçiler açısından 1 Mayıs 2025’in ayrı bir anlamı var. Kitlesel ve her yerde... Bu yıl 1 Mayıs’ın hangi içerikle ve hangi taleplerle kutlanacağı noktasında en büyük sorumluluk, sınıf bilinci taşıyan mücadeleci işçilere, sendikalara ve emek-meslek örgütlerine düşüyor. Düşünceyi ifade, örgütlenme, toplantı ve gösteri hakkı gibi temel hakları yok sayılan; sendikalı olduğu için işten atılan, insanca yaşamak ve çalışmak isteyen tüm emekçiler için bu yılki 1 Mayıs’ın kitlesel ve etkili geçmesi son derece önemli. 1 Mayıs 2025’te üzerinde yükselmesi gereken zemin, tek adam rejiminin siyasal operasyonlarının ve ağır ekonomik sorunların emekçi kitlelerde biriktirdiği öfkenin akacağı kanalların açılmasıdır. Farklı milliyetlerden işçi ve emekçileri, kent ve kır yoksullarını 1 Mayıs alanlarına taşımak ve onları kendi bayrakları altında birleştirmek, 1 Mayıs’ın tarihsel ve güncel anlamına güçlü bir katkı sağlayacaktır. Son aylarda yaşanan siyasal gelişmeler, tek adam rejiminin baskıları ve ekonomik politikaları karşısında yalnızca ekonomik taleplerle sınırlı bir mücadelenin yetersiz olduğunu açıkça gösteriyor. Bu nedenle, 1 Mayıs’ın ülkenin her yerinde kitlesel ve yaygın biçimde kutlanması, sonrasında yaşanması muhtemel ekonomik ve siyasal saldırılara karşı yürütülecek mücadelenin güçlenmesi açısından ayrı bir önem taşıyor.
www.evrensel.net
April 15, 2025 at 5:17 AM
Reposted by Ali Hacıibrahimoğlu
Yoksulluğa karşı, adalet ve barış için 1 Mayıs’a

İşçi sınıfı, yoksulluğa ve adaletsizliğe karşı tek yanıtı biliyor: Birlik! Grevlerde, direnişlerde kazananlar birleşenler oldu. Şimdi sıra 1 Mayıs’ta tüm… https://www.evrensel...
"Kabul Et" butonuna tıklayarak isteğe bağlı çerezleri kabul edebilirsiniz.
Sitemizde zorunlu ve isteğe bağlı çerezler kullanıyoruz. Çerez Politikamız hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. "Kabul Et" butonuna tıklayarak isteğe bağlı çerezleri kabul edebilirsiniz. İsteğe bağlı çerezleri kabul etmediğinizde bazı özellikler devre dışı kalabilir.
www.evrensel.net
April 12, 2025 at 2:08 PM